Ana içeriğe atla

Ufacık tefecik içi dolu Alper Kamu


Bittiğinde üzüldüğü kitaplar, “benim yazarım” dediği isimler vardır pek çok sadık edebiyat okurunun. Son yıllarda bu yazarların önde gelenlerinin başında Alper Canıgüz olduğu su götürmez bir gerçektir. Özellikle de Oğullar ve Rencide Ruhlar, Canıgüz yazınıyla ilk defa buluşan hemen herkesin rutin edebiyat anlayışında şiddetli sarsıntılara yol açmış, bu anlamda da alternatif bir okur kitlesinin, “Canıgüz okuru”nun doğmasına vesile olmuştur.

Bir de kahramanları vardır herkesin hayatta. Kimi gücünü kaslarından, kimi zekâsından, kimi yaşından (yaşın tecrübe, tecrübenin ise güç doğurduğundan söz edilir, her ne kadar Alper Kamu karakterinde bunun tam tersine rastlasak da), kimi ise özel yeteneklerinden alır ve kahraman olarak adlandırılır. Çoğumuz için öncelikler değişse bile, muhtemelen hiçbirimiz kahraman dendiğinde beş yaşında bir çocuğu aklımıza getirmeyiz. “Beş yaşının baharında”ki bir velet olan isyankar, zeki, fazlasıyla bilgili, meraklı, dikkatli, akıllı fırlama Alper Kamu tam da bu yüzden Canıgüz okurunun en janti kahramanıdır Oğullar ve Rencide Ruhlar’dan bu yana. O’nda tüm klişeler ve tabular yıkılır, ufacık bir yaştan akıl almaz bir bilgelik taşar ve ölümlerden ölüm beğenen Alper Kamu’nun esrarengiz şöhreti buradan doğar.

“Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar” diyen kahramanımız neredeyse on yıldır beş yaşında olmasına rağmen Nietzsche, Zweig, İsmet Özel okur, Shostakovich dinler, konuşurken yazarlara atıfta bulunur ve pabuç kadar bir dile sahiptir. Alkol alır, küfür eder, cinsel fantezileri ise hallicedir. Munchausen Sendromu’ndan, Oedipus’tan ve reenkarnasyondan haberdar, sistemden şikayetçi, anaokulundan muzdarip küçük bir dedektiftir Kamu. Daha önceki kitapta olduğu gibi, Cehennem Çiçeği’nde de kahramanımızın gözünden dinleriz hikayeyi. Beş yaşındaki bir çocuğun gözünden tamamen uyumsuz bir anlatım ile elbette. Ancak tüm aykırılıklar, mevzubahis Alper Canıgüz romanı ve Alper Kamu olunca enteresan olmaktan çok uzağa düşer ve sudaki balık gibi gözükür okura.

Ana karakterlere eklenenler ya da çıkanlar varsa da mekânlar ve kişiler Oğullar ve Rencide Ruhlar’dan tanıdık aslında; Güzelyayla Apartmanı’nın bulunduğu mahalle, Alper’in arkadaşları Kansız Celal, Cemalettin, Burhan, komiser yardımcısı Onur Çalışkan ve savcı Metin Bilgin. Kahramanımız oldukça sıradan bir günde mahalleye yeni taşınan Güzelyayla Apartmanı sakinlerinden Ümit’le ve peşine düşeceği yeni cinayetle tanışır. Ümit’in belden aşağısı tutmayan yatalak kardeşi boğularak öldürülmüştür. Kim neden öldürmüştür? Suçunu itiraf eden Ümit mi, yoksa başka biri mi? Kamu’nun Nebi dayısının ölümünden sonra bulduğu eski bir fotoğraf hangi sırları açığa çıkaracaktır? Aşk ve cinayet arasındaki düğümler kitap boyunca sarmalanır sarmalanır, ta ki ipucu koleksiyonunun en afili parçası kendini belli edinceye kadar.

Herkes için sıradan, onun için nereden bakılırsa bakılsın içinde bit yeniği olan bir cinayet. Cinayet peşinde Alper Kamu. Ört bas etmeye çalışan bir geniş aile, bol bol çoluk çocuk, ölüler ve diriler. Büyükler arasında kocaman sırlar, küçükler arasında iktidar savaşları, gülünç ama gerçekçi güç gösterileri, yasak aşklar, peşi sıra yalanlar ve entrikalar… Cehennem Çiçeği’nin kara mizahla yüklü, psiko-absürd dünyasına buyur eder hepimizi Canıgüz.

Kitapla ilgili olarak iki noktaya değinmekte fayda var. Daha önceki üç romanı İletişim Yayınları’ndan çıkan Canıgüz, bu defa April Yayıncılık aracılığıyla Murat Menteş editörlüğünde (diğer editörü Nazlı Berivan Ak) ve özenle hazırlandığı her halinden belli olan özel bir kapak tasarımıyla okuyucuyla buluşuyor. Yazar ve yayınevi eşleştirmesi okurun kafasında yer edip, okur tarafında sadakatin bir ayağını oluştursa ve yayınevi değişiklikleri kimi zaman okurda negatif bir algıya yol açsa da, bu defa Canıgüz’ün özgün kalemi ve Cehennem Çiçeği’nin güçlü olay örgüsü bu riskli değişimin başarıyla üstesinden geleceğe ve fazla yadırganmayacağa benziyor. Öte yandan, bir diğer dezavantaj olarak sayılabilecek Oğullar ve Rencide Ruhlar’ın zirveye yerleşme durumu ve beraberinde getirdiği “ya aynı tadı alamazsam?” endişesi de yaratıcılık ile keskin zekayı yansıtan sağlam polisiye unsurlar sayesinde kitabın kapağını kapatır kapatmaz buhar olup havaya karışacaktır.


Neden büyüyüp de küçülmüş çocukları bu denli garip bulup her şeye rağmen onlara karşı büyük bir hayranlık duygusu beslediğimiz ise hala ortada duran kocaman bir merak konusudur. Kim bilir belki küçülüp de büyüyenlerin (!) sahip olmadığı bir olgunluğu ve yüceliği o minik veletlerde yakalıyor oluşumuzdan kaynaklanıyordur ve bu bağlamda karşılaşabileceğimiz en sevimli alegori de Alper Kamu’dur.

* Agos Kirk/Kitap, Temmuz 2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDEN SEVMEYE BU KADAR İHTİYAÇ DUYAR?

İnsan neden birini sevmeye bu kadar ihtiyaç duyar? Aslında belki sevgisiz de yaşayabiliriz ama bu çok anlamsız bir hayat olmaz mı? O yüzden, sevgiyi erteleyen insan hayatındaki boşluğu doldurmak için işkolikmişcesine işine sarılmaz mı? Her anını bitmek tükenmek bilmez sorumluluklarla doldurmaz mı ya da kendini o bir türlü tanımlayamadığı topluma adamaz mı? Birini sevmek isteriz çünkü hepimizin bir “neden”e ihtiyacı var. Çünkü “tek” kişiyseniz siz hala, dışlanacağınız ya da “yarım” hissedeceğiniz çok an vardır hayatta. Sinemaların 1 alana 1 bedava kampanyalarında diğeriniz eksiktir. Şehir fırsatlarının çift kişilik odalarında yalnızsınızdır. Evdeki battaniyeler çift kişilikse ısınamazsınız. Bir şiir yazacaksanız boşlukları doldurmanız gerekir. Yazılarınızda yan anlamlar gerekir. Mektuplarınızın bir “alıcı”ya ihtiyacı vardır. Bir mağazada kıyafet denediğinizde fikrini soracağınız biri lazımdır satış danışmanları dışında. Çalar saat dışında sizi uyandıracak biri olması gerekir. Pasta

Roman Kuramına Giriş

Ayrıntı Yayınları’nın Sanat ve Kuram dizisi kapsamında okuyucularla buluşan Roman Kuramına Giriş, eserin başlığında verilen ipucundan çok daha fazlasını sunuyor okuyucuya. Roman ve roman kuramları üzerine belli bir sınıflandırma ve portre oluşturma motivasyonundan uzak durulduğu kitap, roman üzerine yapılan düşünsel ve teorik argümanları merkezine alıyor. Zekiye Antakyalıoğlu’nun ifadesiyle de roman, “Roman nedir?” sorusunun cevabına sahip olmayan ve “tanımlanmaya, sınıflandırmaya direnen bir kurgusal anlatı biçimidir”. Bu açıdan bakıldığında, kitabın bir edebiyat kuramı veya akademik bir kaynak olmasından ziyade “roman okuyucusu” için yazıldığı unutulmamalıdır. Düşünsel tartışmaların yanı sıra kuramsal bir tabana da sahip olan çalışma, özellikle roman okuyucusunun bu kitabı okumasını amaçlıyor. Özetle, Roman Kuramına Giriş ’in bu yönüyle belki de akademinin her alanı için örnek niteliğinde bir kitap olduğunu belirtmekte fayda var. Kitabın bölümlerine bakıldığında “Tanımını

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruhsal