Bir ilişkiyi sonlandırmak, yeni
bir ilişkiye başlamak kadar zor gelir insana; çünkü her bir yeni ilişki, yeni
heyecanlar, yeni tatlar, yeni hazlar anlamına olduğu kadar yeni kırgınlıklar,
yeni yılgınlıklar, yeni vedalar anlamına da gelir. Her yeni başlangıç yeni bir
potansiyel ayrılıktır aynı zamanda. Bazen eskilerin hayaleti öyle dadanır ki
zihnimize, başından çok sonuna odaklanırız ilişkilerin de: “Ya bu da öyle
biterse?” Bu evham bazen kalbimizi öyle körleştirir, öyle köreltir ki içimizi,
yeni insanlardan, yeniden sevmelerden, yeniden alışmalardan ölesiye korkarız.
Nerede bize yakılan bir yeşil ışık görsek, ardımıza bile bakmadan tünelin
karanlık ucuna doğru hızla depar atarız.
Kimi zaman tamamen farkında kimi
zamansa tamamen istem dışı olarak iteriz ayağımıza kadar gelen mutluluk
fırsatını. Yeni bir yenilginin korkusu öylesine felç eder ki bizi, adım atamaz
hale geliriz. Beckett’in şu ünlü, “Hep
denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.”
sözü mevzu bahis ilişkiler olunca küfür gibi gelir insana. Öyle ya, bir insan
ömrü hayatına kaç farklı ayrılık sığdırabilir, içinden kaç ölmüşün cenazesini
kaldırabilir? Öyle ya, zordur ayrılıklar; feleğini şaşırtır insana. Zamansızdır;
neye uğradığınızı şaşırır, nasıl veda edeceğinizi bilemezsiniz. En uygun sözü
söyleyemezsiniz bir türlü. Kelimeler kifayetsiz, küfürler dirayetsiz kalır.
Dilin sınırlarını zorlarsınız da, yine de karşılığını bulamazsınız hiçbir lügatte
ayrılık acısının. Birhan Keskin ne güzel kelama döker ama:
“..ey kimselere değişmediğim
ayrılığın neden bunca ağır?
hani adalet?
bir kasım'dan öteki kasım'a
bir yanım kör bir yanım sağır.” ― Birhan Keskin, Taş Parçaları
Atilla İlhan da der ya, “..çünkü
ayrılık da sevdaya dâhil, çünkü ayrılanlar hala sevgili/Hiç bir an’ı tek başına
yaşayamazlar/Her an ötekisiyle birlikte her şey onunla ilgili..” Öyledir
sahiden de. Ayrılık acısından özerk bir sevda mümkün değildir ve sevgiyi nasıl
doya doya yaşarsa insan, ayrılığı da öyle yaşamaya muktedirdir. Nasıl ki
mutluluğu tüm G noktalarında duyumsuyorsa insan, acıyı da tüm hücre diplerinde
hisseder; çünkü ilişki bittiğinde insan karşısındakinden değil, en çok ve hatta
belki de yalnızca kendisinden vazgeçer.
"Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki
bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda
kendisini durduran, başlangıç noktasına geri dönmeye zorlayan bir yüzey bulur;
işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür;
bizi gidişten daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebiyse, kendimizden
çıktığını fark etmeyişimizdir." ― Marcel Proust, Çiçek Açmış Genç
Kızların Gölgesinde
Peki ayrılanların kaderi nedir? Önce, “Biz”e dönüşen Ben, yapayalnız
kalır. Öteki Ben’in gidişi koca bir boşluk yaratır Ben’in içinde yeri kolay
kolay, kim bilir belki hiç dolmayacak bir boşluk; çünkü herkesin kapladığı yer
kadar, ardında bıraktığı boşluk da farklıdır. Birinin boşluğu diğerinin
varlığıyla dolmaz, birinin eksikliği diğerinin fazlalığıyla tamamlanmaz. Zaten
o yüzdendir, her ayrılıkta boşluk daha da genişler, git gide benliğimizin
çeperlerine dayanır, duvarlarımıza çarpar ve kendimizden eksiltir. En sonunda da
bomboş bir şekilde yaşarken buluruz kendimizi. Anlam kaybolmuştur şimdi artık
hatırlayamadığımız bir veda anı’nda. Her gidende birer parçamızı bırakmışızdır,
biraz daha eksilmişizdir bir daha tamamlanmamacasına. Kimseyi de yerine
sevememişizdir bir diğerinin. Herkes kendi yokluğuyla durur orada.
“..Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.
Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar.
Omuzumda bir kesik el,
Ki durmadan kanar..” ― Metin Altıok, Kavaklar
Birinin varlığına alışmak kadar yokluğuna alışmak da zaman alır.
Bellek, zırhını kuşanır, işkenceciniz oluverir. Unutursunuz O’ndan öncenizi.
Sabah uyandığınızda ilk ne yapardınız, gece yatağa yatar yatmaz hemen uykuya
dalar mıydınız, dışarıdan bir ses duyup da irkildiğinizde içinizi nasıl
ferahlatırdınız, kahkahalarınızı ne kadar yüksek sesle atardınız, sofraya kaç
çeşit yemek koyardınız, kettle’ı hangi çizgiye kadar çıkartırdınız, pilavı kaç
bardaktan yapardınız?.. Bu kadarla bitse keşke. Eve kaçta gelir kaçta
giderdiniz, üzülünce kime sarılır, sevinince ilk kime “alo” derdiniz, yatağa
hangi desendeki çarşafı en sık sererdiniz, haftada kaç posta çamaşır yıkar,
sinemaya kimle giderdiniz?.. Yahut, mutfak alışverişini haftalık mı aylık mı
ederdiniz, hafta sonu nerelere giderdiniz, sarhoş olunca kimin kollarında
gevşerdiniz?.. Gün be gün katlanır sorular, cevapların ceremesini ise her gün
biraz daha fazla çekersiniz. Sonra 7’si, 14’ü, 40’ı derken günlerden bir gün
içinizdeki cesedin artık hepten tanınamayacak hale geldiğini fark edersiniz.
İyi niyetlerinizi hepten tükenmediyse belki ruhuna iki beddua bir de Fatiha
üfler, geçmiş aşklar mezarlığını bir daha asla geri dönmemek dileğiyle bir
süreliğine terk edersiniz.
“Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma
derdi, boşuna mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa
alışkanlığımı kaybettirme boşuna.” ― Oğuz Atay, Tutunamayanlar
Ölüler diyarından canlılar
âlemine geçersiniz nihayetinde. Sonra bir gün göz görür gönül sever yine; ama
öyle kolay değildir işte. Bu kez de alışmak zor gelir sevmektense. Kaç kadehten
sonra sarhoş olacağını, en sevdiği film repliğini, en sevdiği şarkının melodisini,
en sevdiği kitap alıntısını, yemeğini ne kadar tuzlu yediğini, çayını kaç
şekerli içtiğini ve daha nicesini bilmediğiniz birine sarılıp uyumak kolay
mıdır? Ya gözyaşınızın tadına bakmasına izin vermek? Ya dizlerinde öylece
uyuyuvermek? Görüyorsunuz ya, saymakla bitmedi, bitmiyor. Handiyse vazgeçesiniz
geliyor sevişmelerden değilse de sevmelerden bile; ama heyhat! Bazen de
düşüveriyorsunuz feleğin taktığı çelmeyle. Buluyorsunuz kendinizi kapılmış
giderken yeni bir sevdanın yellerinde..
Yine de, demem o ki, sevmek de,
vazgeçmek de zordur işte. Emek ister, zaman ister, cesaret ister her hamlede.
Eğer ama yoksa bunlar sizde, bilin ki deneme tahtası değildir kimsenin yüreği
de. Bilin ki kalple şaka olmaz, vebali büyüktür eşek şakalarının. Onun için siz
siz olun, iki kere düşünüp bir kere sevmeye çalışın elinizden geldiğince..
* Kamyon dergi; Ocak 2015; Bianet
Yorumlar
Yorum Gönder