Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor

Bir ilişkiyi sonlandırmak, yeni bir ilişkiye başlamak kadar zor gelir insana; çünkü her bir yeni ilişki, yeni heyecanlar, yeni tatlar, yeni hazlar anlamına olduğu kadar yeni kırgınlıklar, yeni yılgınlıklar, yeni vedalar anlamına da gelir. Her yeni başlangıç yeni bir potansiyel ayrılıktır aynı zamanda. Bazen eskilerin hayaleti öyle dadanır ki zihnimize, başından çok sonuna odaklanırız ilişkilerin de: “Ya bu da öyle biterse?” Bu evham bazen kalbimizi öyle körleştirir, öyle köreltir ki içimizi, yeni insanlardan, yeniden sevmelerden, yeniden alışmalardan ölesiye korkarız. Nerede bize yakılan bir yeşil ışık görsek, ardımıza bile bakmadan tünelin karanlık ucuna doğru hızla depar atarız. Kimi zaman tamamen farkında kimi zamansa tamamen istem dışı olarak iteriz ayağımıza kadar gelen mutluluk fırsatını. Yeni bir yenilginin korkusu öylesine felç eder ki bizi, adım atamaz hale geliriz. Beckett’in şu ünlü, “ Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil .” sözü mevzu b

Bitti Bitti, Bitti mi?

“Mücadeleye adanmış bir hayat” lafı çoğu zaman klişe bulunur ve öyledir belki de; ama bazen durumu daha iyi anlatacak başka bir söz öbeği de yoktur ne yazık ki. 1951 yılında siyasi gerekçelerle tutuklanan, yedi yıl sonra koşullu olarak serbest bırakılan Vedat Türkali’nin hayatını da böyle tarif etmek gerekir. Bugüne kadar yedi roman yazan ve romanlarının her birinde Türkiye’nin siyasi çalkantılarla yüklü yakın tarihinin belli dönemlerine, darbelere, sağ-sol çatışmalarına, imha ve inkar politikalarının hedefindeki halkların acılarına ve Türkiye’ye özgü, kimi zaman gündelik hayattan “küçük” insanların kimi zamansa “aydınların” buhranlarına ışık tutan Vedat Türkali’nin mücadeleci ruhu yalnızca kitaplarında değil, yazdığı 40’ın üzerinde senaryo, dört tiyatro oyunu ve yönettiği filmlerde de karşımıza çıkar. Yoğun siyasi baskı ve sansürlere rağmen toplumcu gerçekçi sanatın dönemin hakim sanat eğilim olduğu ‘70’li yıllarda, komünist duruşuna da yakışır şekilde, sınıf çatışmalarının toplum

Töreye mahkûm hayatlar ve arafta bir Beyto

Bazı değerleri hayattayken duyma ya da öğrenme şansımız olmaz maalesef. Ölmeden değer vermeyi bilmeyiz. Hele ürettikleri, sanatları, çalışmaları basında yer almıyor ve ilgi görmüyorsa yitip giderler öylece. Özellikle mevzu bahis “afedersiniz” Kürt, Ermeni, Alevi gibi resmi ideolojinin inkâr ettiği sanatçılar olunca. Düğün Uçuşu’nun (Hochzeitsflug) yazarı Yusuf Yeşilöz hakkında bilgi edinmeye çalışırken öğreniyorum bugüne kadarki çalışmalarını.   1987 yılından beri İsviçre'de yaşayan Kürt yazar, yönetmen ve çevirmen Yusuf Yeşilöz, bugüne kadar yedi roman yazmış. Romanlarını Almanca dilinde kaleme alan Yeşilöz aynı zamanda Kürt edebiyatında 10’dan fazla eseri de Almanca’ya kazandırmış. Yazarlık ve çevirmenliğin yanı sıra, göç ve kimlik temalı filmleriyle uluslararası birçok festivalde yer alan Yusuf Yeşilöz, “Dünyalar Arasında” isimli belgeseliyle Avusturya’da düzenlenen bir festivalde "En İyi Belgesel" ödülünü almış. Bugüne kadar yalnızca bir romanı (aynı zamanda 199

Ekim ayında elime geçenlerden. Yazarı genç, hikayesi ateşli..

  "Biraz sonra bir roman okuyacaksınız ve hayatınız değişmeyecek. Ama değişen bir şey olacak: Artık hayatınız değişmediği için küfredebilecek olgunluğa erişeceksiniz! Bunu yeniyetme bir yazar, daha ilk kitabıyla yapacak size. Şimdi kendinizden pişman olmayı öğrenin ve hiç zaman kaybetmeden bu romanı okumaya başlayın ya da ağlayın. Hayatınız bir fim şeridi gibi geçsin gözlerinizin önünden: Babanızın ilk tokadı, üstüne erken boşaldığınız sevgiliniz, ya da boşanmak için geç kaldığınız karınız, kocanız, o berbat mesleğiniz… Biliyorsunuz, belki de bilmiyorsunuzdur, yine de söyleyeyim: 'Bazı meslekler adi suç kategorisine girebilir, tıpkı bazı adi suçların meslek kategorisine girebildikleri gibi.' Hikâyesi Olan Ölüler'le karşılaşmak sizi şaşırtmazsa, asıl o zaman üzülün. Demek ki bir hikayesi bile olmayan diriler şaşırtıyor sizi. Çok yalnızsınız ve yalnız yaşlanıyorsunuz. Gelin, bir iyilik yapın kendinize. Bu romanı okuyun. Sonra, ister hayatınızı bir saksı gibi önünüze

Sınıf belleğinin mekânı: Taksim Meydanı

CANSU KARAGÜL 1 Mayıs mücadelesinin tarihi, direnişin, özgürlüğün, demokrasinin ve emeğin mücadelesinin olduğu kadar, kirli savaşların, baskı, yasak ve işkencelerin, gözaltında kayıpların, faili meçhul cinayetlerin, provokatif eylemlerin ve diğer birçok anti-demokratik uygulamanın da tarihidir. 1890 yılında Paris’te toplanan II. Enternasyonel İşçi Kongresi’nde alınan karar sonucunda, “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul edilen 1 Mayıs, insanca çalışma koşullarının sağlanması ve çalışma saatlerinin kısaltılması için verilen bir mücadele olarak ortaya çıkmakla beraber, sonraki yıllarda hem dünyada hem Türkiye’de giderek enternasyonel taleplerin dile getirildiği ve uluslararası ölçekli sınıf dayanışmasının sembolleştiği bir güne dönüşmüştür. Sabahın Sahibi Var: 2004’ten 2010’a 1 Mayıs Alanı’nı Geri Alma Mücadelesi, isminden de anlaşılacağı üzere, yakın dönem Türkiye solunun 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılabilmesi için verdiği mücadeleyi ve ödenen bedelleri k

Korku filmlerinden fırlamış bir roman: Tehlikeli yakınlaşma

Jenn Ashworth’e Betty Trask ödülü kazandıran ilk romanı Tehlikeli Yakınlaşma, yer yer okuru yoruyor olsa da, sürükleyiciliği, sağlam kurgusu, yarattığı güçlü karakterleri ve salgılattığı adrenalinle bir çırpıda okunabilecek türden başarılı bir roman. Cansu Karagül Bir dönem, 2000’li yılların başında, gece yarısı filmleri epey yaygındı özel televizyonlarda. Yatmadan önce karanlıkta izler izler gerilirdik. Rüyamıza girer de kâbus niyetine uykumuzu böler endişesini bir tarafa bırakarak, televizyon kumandası elimizde koltukta uyuyakalmanın tadına vardığımız ve geriliminden bir tür mazoşistçe haz aldığımız türden filmlerdi bunlar. Aynı kanalda defalarca gösterilmiş olmasına rağmen her denk gelişte yeniden izleme dürtüsü yaratırlar. Yalnızca bende yarattığını sanmıyorum; belleğe dair bir şeyleri dürtüyor bu filmler besbelli. Duyuları harekete geçiren uyarıcılar zamanında çok derin bir biçimde bellekte yer etmiş olacak ki, ergenlik ya da ilk gençlik dönemlerimizin bu filmleri kekr

PAZARA DÜŞEN EDEBİYAT

Kültür ve Turizm Bakanlığı ISBN Ajansı ile Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’nden edinilen bilgilere göre 2012 yılında Türkiye’de 42.337 çeşit kitap yayımlanmış. Bunların arasından ders kitaplarını çıkardığınızda dahi elde kalan veri, 2000’li yıllarda çığ gibi yükselen kitap enflasyonunu gözler önüne seriyor. Üstelik bu durum yalnızca Türkiye’de değil, dünyaya da özgü. Okuma alışkanlığıyla ters orantılı biçimde, her geçen yıl yazarların, dağıtımcıların, yayın evlerinin ve kitap tanıtımları ve eleştirilerine yer verilen yayınların sayısı artıyor. Hal böyle olunca, kitap okumak için zaten kısıtlı zaman bulabildiğimiz ve daha afili geldiği için önüne “modern” sıfatı eklediğimiz hayatlarımızda neyi okuyup neyi okumayacağımızı seçmek giderek güçleşiyor. Bir anda herkes kitap kurdu olmaya ya da yazarlık yeteneği kazanmadı elbette. Ancak, sanatın her alanına nüfuz eden market kuralları edebiyata da fazlasıyla sızdı ve yayınevleri piyasa koşullarıyla baş edebilmek adına daha az seçici o

Koş Bingo koş!

Afrika’nın, kenar mahallelerin, yoksulluğun, suçun, siyah ve beyazların savaşının, din tacirliğinin, sınıfsal farkların, kısacası bir topluma dair olağan pek çok şeyin hikâyesini barındıran bir kitap; Bingo’nun Koşusu (Bingo’s Run). Cansu Karagül “Geçmiş, insanı ezer, geçmişin yükü arttıkça hareket edemezsin.” O, Bingo Mwalo. Kibera’nın, Nairobi’nin ve muhtemelen dünyanın en hızlı koşan taşıyıcısı. Boyu kısa aklı uzun 15 yaşındaki 1.20’lik Bingo’nun yeraltı dünyasının en meşhur olduğu iki ülkeden biri olan Afrika’da (diğeri elbette ki Amerika) bir çamurdan diğer bir çamura koşuşunun hikâyesi. Deha ve hızın bileşiminden yaratılmış karakter Bingo, nam-ı diğer “cüce”, Nairobi’nin uyuşturucu pazarını ellerinde tutan mafya babalarından Jonny ve Wolf adına çalışan bir kuryedir. Sarhoş ve kumarbaz bir baba ve vahşi bir cinayete kurban giden bir anneden doğma Bingo, acımasızların dünyasında hayatta kalma mücadelesi veren ve kötüler arasında kala kala kendi de kötüleşen ve katılaşan

Çevre Dostu Bir Kitap: Vahşi Huku

Güney Afrikalı hukukçu Cormac Cullinan, Vahşi Hukuk adı kitabında bütünsel faydanın insan merkezli düşünce sistemleri yerine ancak ve ancak yeryüzünün çıkarını gözeten bir yeryüzü içtihadıyla mümkün olacağını söylüyor. Modernleşmenin bir ayağı, insanoğlunun geliştirdiği alet ve edevatın gelişmişliğiyle, bu gelişmişlik de üretim araçlarının ne derece teknik üstünlüğe eriştiğiyle ölçülür. Üretim, doğal kaynakların tüketilebilir duruma ya da hammadde haline dönüştürülme işlemidir bir nevi ve bu, canlılar aleminde insan türünü ayırt eden vasıfların başında gelir. Diğer bir deyişle, doğayı hâkimiyet altına alabilme, doğayı değiştirip dönüştürebilme kapasitesidir bu. Ancak bu vasıf, yani bilimsel ve teknik gelişmeler insanoğlunun ortalama ömrünü uzatmakla beraber, eş zamanlı olarak onun sonunu da getiriyor. 20. yüzyılın sonlarından itibaren, ama özellikle de 21. yüzyılda dünyanın farklı bölgelerinde meydana gelen doğal felaketler, yeryüzünün katledilişinde insanların payının ne d