Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Oyunlarla Türkiye’yi Öğreniyorum

Genellikle çocuklar ve ergenler tarafından oynanan bazı oyunlar Türkiye’nin yakın zamandaki halini çok iyi özetlemektedir. Tanıtılacak daha pek çok oyun olmakla birlikte işbu yazıda Türkiye’nin durumunu en iyi anlatan oyunlardan beş tanesine yer verilmiştir. İyi olan kazansın! Köşe/Koltuk Kapmaca : Köşe ya da koltuk kapma esasına dayanan ve sırtını iktidarda kim varsa ona yaslamaya yönelik bir oyundur. Genellikle TBMM’de ve köşe sayılabilecek yerlerin bol olduğu kurumlarda oynanır. Herhangi bir parti iktidara geldikten sonra meclisteki koltukları kapmanın yanı sıra genellikle her köşe başına da kendi adamını tayin etmeye çalışır. Oyun boyunca amaç, türlü manevralar yaparak iktidarla olan ilişkileri sıcak tutmak ve kapılan koltuğunu korumaktır. Muhalefet (bu, o anki muhalefet partisi olabildiği gibi devlet içindeki çeteler ya da okyanus ötesi de olabilir duruma göre) güçlü bir hamle yaptığı ve halk tarafından sağlam bir destek gördüğü takdirde köşenin sahibi olan isim k

“Taksim Meydanı” Müzikali Hepimizi Gezi’nin Görkemli Dünyasına Davet Ediyor!

Bugün Twitter’da gezinirken gözüme bir oyun afişi çarpıyor: “Taksim Meydanı”. Yaşadığım kısa süreli algılama zorluğunu atlattıktan sonra ne olup olmadığını araştırıyorum ve karşıma şu cümle çıkıyor: “Mehmet Ergen’in yazıp yönettiği ‘Taksim Meydanı’ müzikali, Gezi direnişini Şişli Black Out’da sahneye taşıyor.” Öfkem dile bile gelemiyor, dakikalardır önümdeki sayfayla uzun uzun bakışıyorum; çünkü öfke dolup taştığında cümleler anlamsızlaşır, kifayetsiz kalır ve insan yüzlercesi içinden en uygun kelimeyi bulmaya çalışır yatışabilmek için; ama bir yerden başlamak gerekir.. Öncelikle Gezi Direnişi gibi spontane gelişen kitlesel bir hareketi sahneye taşıma çabası –densizliği- tabiri caizse nereden bakılsa tutarsız, nereden bakılsa ahmakçadır. Daha kibar bir deyişle ise, fırsatçılıktır. (Burada belirtmem gerekir ki, sevgili Özen Yula, Yiğit Sertdemir, Mirza Metin ve Cem Uslu’nun direniş günlerini anlattığı ve yine direniş günlerinde parkta ve sonrasında semt forumlarında oynadığı  Gezerke

Sonu mutlu bitmeyen masallardan biri: Melek Kobra

Melek: Melek Prensesin Sonu Muğlâk Masalı , tiyatro yaptıkları ilk günden beri Türkiye tiyatrosuna farklı ve yeni bir dil kazandıran, sahneledikleri oyunlarla ve düzenledikleri etkinliklerle politik ve alternatif bir bakış açısı sunan topluluğun bu sezon sahneye taşıdıkları ilk yeni oyunları. 1915’te İstanbul’da doğan, önce Melek Sabahattin, sonra Melek Ezgi, daha sonra Melek Tayfur ve hayatının en zorlu yılları olan hastalık döneminde –aynı zamanda oyunda anlatılan döneme denk gelen– Melek Kobra’nın topu topu yirmi dört yıl süren yaşamının son aylarına, Cerrahpaşa Hastanesi’ndeki odasında yalnızlıkla geçen günlerine ortak ediyor bizi sevgili Yeşim Koçak ve Tiyatro Boyalı Kuş. Cumhuriyet döneminin önemli tiyatro, sinema ve opera oyuncularından biri olan Melek Kobra, kendisi gibi sanatçı bir aileden geliyor. Ünlü besteci operet kralı Muhlis Sabahattin Ezgi‘nin kızı, dönemin en ünlü kadın bestecilerinden Neveser Kökdeş‘in yeğeni, Türkiye ve dünya güzeli Keriman Halis Ece‘nin kuz

Kolektif Bir Bellegin İzinde 33 Hikaye

Üzerine kitaplar, tezler, tonlarca makaleler yazılan, insanlık dışı manzaralarıyla filmlere, tiyatrolara, televizyon dizilerine konu olan, Türkiye tarihindeki barışılması en güç dönemlerden birinin adıdır 12 Eylül. Ancak hiçbir doküman o döneme şahit olmuş kişilerin kendi ağzından dökülen cümleler kadar canlı ve dokunaklı olamaz. Bir sözlü tarih çalışması olan Keşke Bir Öpüp Koklasaydım, “12 Eylül’ün 33. yılında 33 hikâye”yi askeri cuntanın en ağır yükünü bizzat üstlenmek zorunda bırakılmış ailelerin anlatılarını günümüze taşıyarak okuru karanlık ve kanlı bir tarihe tanık olmaya çağırıyor. “Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk..” Keşke Bir Öpüp Koklasaydım, iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde darbeyle, çocuklukları ellerinden alınmış, hiç çocuk olamamışların anılarına yer verilirken, ikinci bölümde annelere, babalara, kardeşlere ve eşlere söz veriliyor. Keşke Bir Öpüp Koklasaydım’ı okurken akrabalarını anne baba bellemek zorunda bırakılan çocukların, tek umutları faili devlet olan c

Herkesin İçinde Bir İblis Gizlidir

Ayrıntı Yayınları, ünlü Amerikan yazar Hubert Selby JR.’ın romanlarını edebiyatımıza kazandırmaya devam ediyor. Bugüne kadar yazdığı romanlarla kült isimler arasında üst sıralara yükselen ve daha önce yine aynı yayınevinden çevrilen iki kitabıyla – Brooklyn’e Son Çıkış ve Bir Düş İçin Ağıt – kendi özgün okur kitlesini yaratmış yazar, İblis (“The Demon”) ile bir kez daha oldukça rahatsız edecek ve okurda kara delik oluşturacak bir romanla karşımıza çıkıyor. Romanlarında her zaman, sistemin dayattığı normların dışında kalan kahramanlara yer veren Selby, gündelik hayatta steril yaşam alanlarımızda karşılaşmaktan korktuğumuz ve temas etmekten çekindiğimiz ayyaşlar, fahişeler, travestiler, uyuşturucu bağımlıları, eşcinseller gibi, sistemin çepere ittiği ve toplumun “sapkın” olarak damgaladığı kesimlerin dünyasına okuru zorla sokarak bir anlamda toplumsal ve ahlaki kabullerimize tecavüz eder ve konforumuzu kaçırır. Üstelik bunu en naif biçimde, edebiyatın sağladığı olanakları kulla

Tekinsiz öykülerin mabedi: Gökyüzü Defni

Bazı öyküler vardır, insanı okurken rahatlatır, zihinde bir dinginlik uyandırır, yüzde bir gülümseme yaratır. Bazı öyküler ise, gerilim hattında dolaşırken her an mayına basma hissiyle tehdit oluşturur. Gökyüzü Defni , okuyucuyu tam da bu gerilimin zirvesine çıkarıp tekrar tekrar tepetaklak ederek kendi sağaltımını oluşturuyor.  Daha önce “İç İçe Geçmiş İstanbul Öyküleri” ile edebiyat dünyasına adım atan Aziz Gökdemir’in öyküleri, bu defa Aylak Adam Yayınları aracılığıyla okuyucuyla buluştu. İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Fakültesi'nden mezun olan ve daha sonra Amerika Birleşik Devletleri'ne göçerek mühendislik yüksek lisansını tamamlayan Gökdemir, bugüne kadar öğretim görevlisi, gazeteci, fotoğrafçı, çevirmen, kamyonet şoförü, hastane görevlisi gibi pek çok farklı sektörde görev almış. 1998 yılından bu yana Washington’da editör ve çevirmen olarak çalışan yazarın edebiyat ve dil serüveninin şekillenmesinde kuşkusuz yüksek öğretimde aldığı formasyonun etkisi büy

Seks asla yalnızca seks değildir!

Ayrıntı Yayınları’nın Lacivert Kitaplar Dizisi’nden çıkan Divanımdaki Erkekler , serideki kitaplardan oldukça farklı, hatta yayınevinin diğer tüm kitaplarından da. Freudsevicilikten bu yana psikolog ya da psikiyatristlerin okuyucuyu terapilerine kattıkları pek çok kitap örneğine rastlamak mümkün. Ancak bu tür kitapların bestseller listelerini işgal etmeleri, kişisel gelişim türündeki popüler kitaplara koşut olarak, özellikle de son yıllarda gelişen bir durum. Zira bireyselliğin zirve noktasına ulaştığı bir çağda modern birey için kendi gizlerini keşfetmek en heyecan verici uğraşlardan biri haline geldi. Kabul etmek gerek ki, başkalarının mahrem öykülerine sızabilmek veyahut bir terapistin divanına gizlice uzanabilmek, insanoğlunun merak ve röntgencilik güdülerini epeyce tatmin edecek türden bir deneyim. Dolayısıyla terapistlerin yazara, hastaların(danışanların) bir kurgu kahramanına dönüştüğü terapi öykülerinin bu denli revaçta olmasına şaşmamak gerek. Üstelik okur da bu saye