Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor

Bir ilişkiyi sonlandırmak, yeni bir ilişkiye başlamak kadar zor gelir insana; çünkü her bir yeni ilişki, yeni heyecanlar, yeni tatlar, yeni hazlar anlamına olduğu kadar yeni kırgınlıklar, yeni yılgınlıklar, yeni vedalar anlamına da gelir. Her yeni başlangıç yeni bir potansiyel ayrılıktır aynı zamanda. Bazen eskilerin hayaleti öyle dadanır ki zihnimize, başından çok sonuna odaklanırız ilişkilerin de: “Ya bu da öyle biterse?” Bu evham bazen kalbimizi öyle körleştirir, öyle köreltir ki içimizi, yeni insanlardan, yeniden sevmelerden, yeniden alışmalardan ölesiye korkarız. Nerede bize yakılan bir yeşil ışık görsek, ardımıza bile bakmadan tünelin karanlık ucuna doğru hızla depar atarız. Kimi zaman tamamen farkında kimi zamansa tamamen istem dışı olarak iteriz ayağımıza kadar gelen mutluluk fırsatını. Yeni bir yenilginin korkusu öylesine felç eder ki bizi, adım atamaz hale geliriz. Beckett’in şu ünlü, “ Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil .” sözü mevzu
En son yayınlar

Yanlış Bir Türkiye Doğru Yaşanmaz

İçinden geçtiğimiz günler aşikâr. Günlerdir, “ne yazacağım” ile, “yok yok, kafamı toparlayamıyorum” cümleleri peş peşe sıralanıyor. Derken, birden bir şimşek parlıyor ve ak sakallı ilham ninesi aklımı çeliyor. Bilinmeyenli bir denklemi çözmeyeceğime göre, diyorum, bildiğimiz şeyleri sıralayayım. Gezi’den bu yana her gün kara kara düşündüğümüz ve düşün düşün bir türlü işin içinden çıkamadığımız şeylerin bir kez daha üzerinden geçmek istiyorum. Tünelin sonundaki karanlığın resmini çizmek gibi sado&mazo bir niyet güdüyorum. Geçen yıla kadar baĞzı şeyler hâlâ hayalken (kâbusken demek daha doğru aslında), hayal gibi gözüken her şeyi mümkün kılan iktidarın kudreti hepimizin yüzüne günbegün tokat gibi çarpıyor ne yazık ki. Bizler, “gülmek devrimci bir eylemdir” derken aslında olan şey bir darbeydi bu ülkede. Kurumlarıyla, organlarıyla, hukukuyla, rejimiyle, insanıyla topyekûn “yeni” bir Türkiye var karşımızda. Elbette yıllardır önümüze konan ve hepimizi zehirleyen yemek aynı, asl

Nerede O Eski Aşklar?

Modern zaman hastalıklarından bir tanesi de malumumuz: nostalji tutkusu. Antika, retro, vintage Giyimde, aksesuarda, ev aletlerinde, türlü çeşit araç gereçlerde başına bu kavramlardan biri gelmeye görsün, hepsine fahiş fiyatlar biçiliyor. Ruhu olan yalnızca insanlar değil ki sonuçta. Eşyaların da ruhu vardır. Sahip olduğumuz her şeyi yitirdikçe başkalarının anılarına, hatıralarına, yaşanmışlıklarına, tecrübelerine muhtaç hale geldik sanki. O yüzden geçmişe özlem duyuyoruz. Son on beş yılda bu durum iyice marazi bir hâl almaya başladı hatta. “Nineler/dedeler gibi konuşma” denilen insanların yaş aralığı 20-30’u geçmiyor. Demek ki gerçekten de kayıp bir şeyler var kuşağımızda. Yaşadığımız çağ haricindeki geçmiş çağlardan herhangi birinde yaşıyor olmak için kim bilir neler vermezdik? Büyüleyici ve ender bir vintage aşka hangimiz ‘hayır’ diyebiliriz? Gel gör ki, belki derdimize bir çare diye bitpazarlarında, vintage kıyafetlerde, retro müziklerde, siyah beyaz fotoğraflarda, anane-babanne

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruhsal

“Oyun” deyip geçmeyin…

Patrick Bateson ve Paul Martin’in kendi araştırmalarına ve konuyla ilgili yapılmış diğer çalışmalara dayanarak hazırladıkları “Oyun, Oyunbazlık, Yaratıcılık ve İnovasyon” adlı kitap, oyunun eğlendirme işlevinin ötesindeki patikayı arşınlıyor   Yurt  Kitap   Cansu KARAGÜL  - Oyun denince aklımıza ilk etapta, çocukların eğlenmek için yaptığı aktiviteler gelir. Oyunun günlük hayatımızdaki yeri ve önemini çok fazla irdelemeyiz. Hatta oyunun, üzerine düşünülmesi gereken bir “konu” olduğunu bile düşünmeyiz. Zira oyun oyundur ve oynanmak içindir, gibi gelir. Oysa oyunun eğlendirme işlevinin ötesine geçince koskoca bir patika çıkar karşımıza. Akademisyenleri, biyologları, psikologları, eğitimcileri, ebeveynleri ve daha pek çok farklı mesleki disiplinden insanı yakından ilgilendiren, üzerine niteliksel ve niceliksel araştırmalar yapılan, hakkında tonlarca kitap ve makaleler yazılan, derslere konu olan bir patikadır bu. Patrick Bateson ve Paul Martin’in kendi araştırmalarına ve konu

Yetim kalmasınlar diye...

Otobiyografi, günlük, deneme, gezi kitabı ya da bir itiraf tutanağı... Nasıl tanımlarsanız tanımlayın, bir insanın gözünden birçok hayata, birçok tarihsel döneme tanıklık etmeye çağırıyor Oya Baydar Yetim Kalacak Küçük Şeyler'de okuru. Bellek yanıltır insanı. Otobiyografiler yanlıdır; ama an'ların kozları eşittir. Güzel, iyi, kötü, korkunç, can yakan, acı veren, mutlu eden, baş döndüren, heyecanlandıran, pişmanlığa batıran, suçluluğa gömen, vicdan azabına sürükleyen, öfkelendiren, orgazm yaşatan an'ların hepsi de boşlukta yer kaplar. Hepsinin hayatta bir karşılığı vardır. Kimi daha dominant, kimi daha silik olsa da günün birinde eşitlenir hayat karşısındaki konumları. "Biyografiler kişinin yaşadıklarını anlatır; insan hep eksik kalır. Otobiyografiler masumca yalan söyler; çünkü insan en çok kendini sever. Yaşadıklarımız değil, yaşadıklarımızın anlık duygusudur gerçek 'ben'. Ânın duygusunda yalan, riya, çarpıtma yoktur: Sevinçtir, kederdir, coşkudur, tu

Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor

Bir ilişkiyi sonlandırmak, yeni bir ilişkiye başlamak kadar zor gelir insana; çünkü her bir yeni ilişki, yeni heyecanlar, yeni tatlar, yeni hazlar anlamına olduğu kadar yeni kırgınlıklar, yeni yılgınlıklar, yeni vedalar anlamına da gelir. Her yeni başlangıç yeni bir potansiyel ayrılıktır aynı zamanda. Bazen eskilerin hayaleti öyle dadanır ki zihnimize, başından çok sonuna odaklanırız ilişkilerin de: “Ya bu da öyle biterse?” Bu evham bazen kalbimizi öyle körleştirir, öyle köreltir ki içimizi, yeni insanlardan, yeniden sevmelerden, yeniden alışmalardan ölesiye korkarız. Nerede bize yakılan bir yeşil ışık görsek, ardımıza bile bakmadan tünelin karanlık ucuna doğru hızla depar atarız. Kimi zaman tamamen farkında kimi zamansa tamamen istem dışı olarak iteriz ayağımıza kadar gelen mutluluk fırsatını. Yeni bir yenilginin korkusu öylesine felç eder ki bizi, adım atamaz hale geliriz. Beckett’in şu ünlü, “ Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil .” sözü mevzu b