Ana içeriğe atla

Yetim kalmasınlar diye...

Otobiyografi, günlük, deneme, gezi kitabı ya da bir itiraf tutanağı... Nasıl tanımlarsanız tanımlayın, bir insanın gözünden birçok hayata, birçok tarihsel döneme tanıklık etmeye çağırıyor Oya Baydar Yetim Kalacak Küçük Şeyler'de okuru.
Bellek yanıltır insanı. Otobiyografiler yanlıdır; ama an'ların kozları eşittir. Güzel, iyi, kötü, korkunç, can yakan, acı veren, mutlu eden, baş döndüren, heyecanlandıran, pişmanlığa batıran, suçluluğa gömen, vicdan azabına sürükleyen, öfkelendiren, orgazm yaşatan an'ların hepsi de boşlukta yer kaplar. Hepsinin hayatta bir karşılığı vardır. Kimi daha dominant, kimi daha silik olsa da günün birinde eşitlenir hayat karşısındaki konumları. "Biyografiler kişinin yaşadıklarını anlatır; insan hep eksik kalır. Otobiyografiler masumca yalan söyler; çünkü insan en çok kendini sever. Yaşadıklarımız değil, yaşadıklarımızın anlık duygusudur gerçek 'ben'. Ânın duygusunda yalan, riya, çarpıtma yoktur: Sevinçtir, kederdir, coşkudur, tutkudur, korkudur, utançtır, kindir, ihanettir, intikamdır; zaferin sarhoşluğu, yenilginin ezikliği, hazzın doyumu, yitirmenin pişmanlığıdır." Bu giriş yazısıyla başladığı son kitabı Yetim Kalacak Küçük Şeyler'de Oya Baydar, belleğin insana acımasızca oyun oynayan patikalarının değil, an'ların sahiciliğinin izini sürer.

Bu otobiyografik roman, yalnızca Oya Baydar'ın değil, insancıklarındır aslında; her bir okurun tanışıklık hissedeceği an'lar niteliğindedir bir nevi.. Demiryollarına bakan evlerden, duvarları yıkılan kentlerden, heykelleri yiten ülkelerden, tren kompartımanlarından, evin en huzurlu odalarından, verandaların köşelerinden, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'ndan, koğuşların zifiri karanlığından, bazen de 68'in umut taşıyan ışığından perdeyi aralıyor Oya Baydar. İçinden geçtiği ülkeler, şehirler, yaşamlar, özneler değişse de, değişmeyen ortak bir şey var anlattığı tüm an'larda: İnsan olan, insana ait duygular bunlar. Baydar, Maskesiz, makyajsız, kıyafetsiz halleriyle belleğinde kalanları aktarıyor. "Özrü" ise oldukça içten ve anlaşılır: "Ömür boyu yaşanan, biriktirilen yüzbinlerce, milyonlarca ânın toplamıdır insan. (…) Gün gelip vaktin daraldığını hissettiğinizde anlarınız yok olmasın, bilinmez boşluğun bir yerlerinde yaşasın istersiniz. Sizi siz yapan o küçük şeyler yetim kalmasın diye oturup yazmaya başlarsınız. Yazmak, insanın var olma çırpınışından başka nedir ki zaten!"

Eski dostlar, çocukluktan kalan arkadaşlar, yoldaşlar, kediler, köpekler, sevdalar, ruh çağırma seanslı anılar, komşulara dair hatıralar, mahpuslar, görüş günleri, huzur evleri, cenazeler, tabutlara sığmayan yaşamlar, taşan idealler, yıkılan umutlar, yitip giden hayatlar, sürgünler, yeni evler, gurbette geçen günler, hasretler, kaybedişler, vazgeçişler, ihanetler, aşklar, ağrılar, askerler, coplar, postallar, cuntalar, sadakatler, sadakatsizlikler, kopuşlar, birleşmeler... Doğumdan ölüme, çocukluktan yaşlılığa... Kısacası bir hayata sığabilen ne kadar an varsaYetim Kalacak Küçük Şeyler'de kelama geliyor. Bir de hepsinin ötesinde devrimi düşündürtüyor kitap yeniden ve bir daha. Kitabı okurken, Murat Uyurkulak'ın devletle hesaplaşmayı kaleme aldığı Tol romanının ilk cümlesi yankılanıyor zihnimde: "Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi." Genç Oya, kadın Oya, yazar Oya, anne Oya, asker babanın kızı Oya... Tüm toplumsal rollerinin yanı sıra devrime inanan, bir dönem hayatını devrime adayan ve hayatının bir bölümü darbelerle sekteye uğrayan Oya'yı tanıyoruz ve O'nun an'larında vücuda gelen nice hayatla karşılaşıyoruz bu kitapta.

Belki de daha önceki kitaplarının aksine, Baydar bu kitabında ilk defa Oya Baydar olarak direnmeyip, çözülüyor. Hayatına değen geçen herkesi ve en çok da kendisini gönüllü bir şekilde ele veriyor. Davaya ihanet ediyor tabiri caizse. Sınırları aşıyor, zincirlerini kırıyor. Teslim olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyor belki. Kendisini, O'nu meydana getiren an'ların akışına bırakıyor. Belki de otosansür uygulamadan yazabileceği en rahat yazının bu anlatı-roman olduğunu hissediyor içinde yaşadığımız dönemde ya da kendisinin de ifade ettiği gibi, salt insan ömrünün sınırlılığını aşma, var olma, iz bırakma, biraz da arınma ve günah çıkarma çabası onunkisi.

Otobiyografi, günlük, deneme, gezi/seyahat kitabı ya da bir itiraf tutanağı... Nasıl tanımlarsanız tanımlayın, bir insanın gözünden birçok hayata, birçok tarihsel döneme tanıklık etmeye çağırıyor Oya Baydar Yetim Kalacak Küçük Şeyler'de okuru. "Sığınmacı" değil; ama "mülteci" olmaya buyur ediyor yer yer göçebe, yer yer mülteci olduğu hayatında hepimizi; taraf tutmadan, yargılamadan, kayıtsız kalmadan okumamız için.





* Görsel: Olga Müstecaplıoğlu

** http://www.sabitfikir.com/elestiri/yetim-kalmasinlar-diye 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yanlış Bir Türkiye Doğru Yaşanmaz

İçinden geçtiğimiz günler aşikâr. Günlerdir, “ne yazacağım” ile, “yok yok, kafamı toparlayamıyorum” cümleleri peş peşe sıralanıyor. Derken, birden bir şimşek parlıyor ve ak sakallı ilham ninesi aklımı çeliyor. Bilinmeyenli bir denklemi çözmeyeceğime göre, diyorum, bildiğimiz şeyleri sıralayayım. Gezi’den bu yana her gün kara kara düşündüğümüz ve düşün düşün bir türlü işin içinden çıkamadığımız şeylerin bir kez daha üzerinden geçmek istiyorum. Tünelin sonundaki karanlığın resmini çizmek gibi sado&mazo bir niyet güdüyorum. Geçen yıla kadar baĞzı şeyler hâlâ hayalken (kâbusken demek daha doğru aslında), hayal gibi gözüken her şeyi mümkün kılan iktidarın kudreti hepimizin yüzüne günbegün tokat gibi çarpıyor ne yazık ki. Bizler, “gülmek devrimci bir eylemdir” derken aslında olan şey bir darbeydi bu ülkede. Kurumlarıyla, organlarıyla, hukukuyla, rejimiyle, insanıyla topyekûn “yeni” bir Türkiye var karşımızda. Elbette yıllardır önümüze konan ve hepimizi zehirleyen yemek aynı, asl...

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruh...

Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor

Bir ilişkiyi sonlandırmak, yeni bir ilişkiye başlamak kadar zor gelir insana; çünkü her bir yeni ilişki, yeni heyecanlar, yeni tatlar, yeni hazlar anlamına olduğu kadar yeni kırgınlıklar, yeni yılgınlıklar, yeni vedalar anlamına da gelir. Her yeni başlangıç yeni bir potansiyel ayrılıktır aynı zamanda. Bazen eskilerin hayaleti öyle dadanır ki zihnimize, başından çok sonuna odaklanırız ilişkilerin de: “Ya bu da öyle biterse?” Bu evham bazen kalbimizi öyle körleştirir, öyle köreltir ki içimizi, yeni insanlardan, yeniden sevmelerden, yeniden alışmalardan ölesiye korkarız. Nerede bize yakılan bir yeşil ışık görsek, ardımıza bile bakmadan tünelin karanlık ucuna doğru hızla depar atarız. Kimi zaman tamamen farkında kimi zamansa tamamen istem dışı olarak iteriz ayağımıza kadar gelen mutluluk fırsatını. Yeni bir yenilginin korkusu öylesine felç eder ki bizi, adım atamaz hale geliriz. Beckett’in şu ünlü, “ Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil .” s...