Ana içeriğe atla

Oyunlarla Türkiye’yi Öğreniyorum

Genellikle çocuklar ve ergenler tarafından oynanan bazı oyunlar Türkiye’nin yakın zamandaki halini çok iyi özetlemektedir. Tanıtılacak daha pek çok oyun olmakla birlikte işbu yazıda Türkiye’nin durumunu en iyi anlatan oyunlardan beş tanesine yer verilmiştir.
İyi olan kazansın!



Köşe/Koltuk Kapmaca: Köşe ya da koltuk kapma esasına dayanan ve sırtını iktidarda kim varsa ona yaslamaya yönelik bir oyundur.
Genellikle TBMM’de ve köşe sayılabilecek yerlerin bol olduğu kurumlarda oynanır.
Herhangi bir parti iktidara geldikten sonra meclisteki koltukları kapmanın yanı sıra genellikle her köşe başına da kendi adamını tayin etmeye çalışır. Oyun boyunca amaç, türlü manevralar yaparak iktidarla olan ilişkileri sıcak tutmak ve kapılan koltuğunu korumaktır. Muhalefet (bu, o anki muhalefet partisi olabildiği gibi devlet içindeki çeteler ya da okyanus ötesi de olabilir duruma göre) güçlü bir hamle yaptığı ve halk tarafından sağlam bir destek gördüğü takdirde köşenin sahibi olan isim koltuğunu bırakmak zorunda kalır. Bu durumda karşı takımın oyuncusunun köşeyi kapma ihtimali artar. Olası diğer bir hamle ise, görev değişikliğidir.
* Bazı tüyolar: Yüksek yerlerde tanıdıkları olmak ve tarafını iyi seçmek bu oyunda altın kuraldır. Zaman zaman rüşvet vermek ya da iktidar yalakalığı da oyun boyunca koltuğu sağlama almanın yollarından bazılarıdır.
cansu1


Blöf: Mantık ve kimi zaman psikolojik analiz gerektiren bir oyundur. Oyun kozlarla oynanır.
Oyundaki temel amaç, oyuna ismine veren eylem; blöftür. İyi blöf yapan ve başkasının blöfünü görebilen taraf oyunu kazanır.
Oyunun mantığı aldatmaca üzerine kuruludur. Taraflar karşısındakine elinde bir koz olduğunu ya doğrudan ya da bir aracı eşliğinde (medya, belge ya da kilit bir isim olabilir) diğer tarafa duyurur. Karşı taraf blöfü görebilir ya da itiraz etmeyi deneyebilir. Blöfü gördüğü ve karşı tarafın elindeki kozun asılsız ya da fasa fiso çıktığı durumda blöf yapan taraf oyunu kaybeder ve blöf yapanın güvenilirliği sarsılır. Bu durumda koz da blöfü görene geçer. Eğer blöf yapanın elinde gerçek bir koz var ise ve karşı taraf blöfü yerse oyunun galibi blöf yapan taraf olur.
Oyunda şans, hitabet ve taktik yetisi çok önemlidir.
* Oyunun Jargonu:
- Aç onu blöf !!!
- Bizim kimseden korkumuz yok.
- Yiyosa yapın!!!
- Sen yapmazsan ben yapıcam!!!
- İspat ederlerse istifa ederim!
cansu2

Körebe: Körebe olarak adlandırılan kişinin gözü makam, rütbe, saygınlık ve iktidar hırsıyla o denli kararmıştır ki ebe, etrafını göremez haldedir. Diğer oyuncular (gazeteciler, medya patronları, bakanlar, yazarlar, akademisyenler vd. Kısaca taraf olmayan herkes) körebenin etrafında dolaşır ve ona dokunmaya çalışırlar. Amaç, dokunan herkesin yakalanmasıdır. Bu oyun genellikle ülkede dokunacak kimse kalmayıncaya kadar devam eder. Körebe değiştiğinde oyun yeniden başlar.
Oyun süresi belirli olmamakla birlikte, genellikle iktidar değişene (sandıkta ya da darbeyle) dek sürmektedir.
* Bu oyun halk arasında “Dokunan Yanar” olarak da bilinir.
cansu3

Elim sende: Genellikle çevik kuvvet (ebe) ve direnişçiler (oyuncular) arasında oynanır. Direnişçiler sloganlar eşliğinde direniş bölgesinde toplanarak barikat oluşturmaya ve ebeyi o bölgeden uzaklaştırmaya çalışırlar. Ebe ise gaz bombası ya da mermi ile direnişçileri etkisiz hale getirerek yakalamaya çalışır.
Zaman zaman ebe ile oyuncuların yer değiştirdiği ve polislerin kovalandığı da görülmektedir.
cansu4

Saklambaç: Saklambaç, bütün dünyada yaygın biçimde oynanan bir oyundur.
Oyunculardan biri ebe olarak kendini ortaya atar. Bu kişi genellikle savcıdır. Ebe karşı tarafa kendisinin belirlediği ölçüde makul bir müddet verir ve oyuncular için geri sayım başlar. Bu sırada diğer oyuncular ebenin onları göremeyeceği yerlere saklanarak sobelenmemeye veya zaman kazanmaya çalışırlar. Oyuncuların amacı, “Çamur at izi kalsın” gibi cümleler kurarak olayı ört bas etmeye ve operasyondan sıyrılmaya çalışmaktır. Ancak ebenin zaman tanımadığı durumlar da olabilir. Bu durumda haber verilmesi gereken(!) yerler aranmaya vakit bulunamadığından dolayı oyuncuların hepsi sobelenir ve oyunda ikinci tura geçilir.
Oyuncu sayısında herhangi bir kısıtlama yoktur. Oyun gerekli anlaşmalar sağlanıncaya veya bir taraf oyundan çekilmeyi kabul edinceye dek devam eder.
* Ebenin sobeleyeceği oyuncunun adını herkesin duyacağı şekilde bağırmaması gerekir. Ebenin sobeleyeceği ismin medyaya sızması ve olası operasyonun gerçekleştirilememesi durumda ebenin imajı halk nezdinde zedelenir ve buna ‘çamlak çömlek patladı’ denir.
cansu6

* Kaynak: http://jiyan.org/2014/01/07/oyunlarla-turkiyeyi-ogreniyorum/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yanlış Bir Türkiye Doğru Yaşanmaz

İçinden geçtiğimiz günler aşikâr. Günlerdir, “ne yazacağım” ile, “yok yok, kafamı toparlayamıyorum” cümleleri peş peşe sıralanıyor. Derken, birden bir şimşek parlıyor ve ak sakallı ilham ninesi aklımı çeliyor. Bilinmeyenli bir denklemi çözmeyeceğime göre, diyorum, bildiğimiz şeyleri sıralayayım. Gezi’den bu yana her gün kara kara düşündüğümüz ve düşün düşün bir türlü işin içinden çıkamadığımız şeylerin bir kez daha üzerinden geçmek istiyorum. Tünelin sonundaki karanlığın resmini çizmek gibi sado&mazo bir niyet güdüyorum. Geçen yıla kadar baĞzı şeyler hâlâ hayalken (kâbusken demek daha doğru aslında), hayal gibi gözüken her şeyi mümkün kılan iktidarın kudreti hepimizin yüzüne günbegün tokat gibi çarpıyor ne yazık ki. Bizler, “gülmek devrimci bir eylemdir” derken aslında olan şey bir darbeydi bu ülkede. Kurumlarıyla, organlarıyla, hukukuyla, rejimiyle, insanıyla topyekûn “yeni” bir Türkiye var karşımızda. Elbette yıllardır önümüze konan ve hepimizi zehirleyen yemek aynı, asl...

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruh...

Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor

Bir ilişkiyi sonlandırmak, yeni bir ilişkiye başlamak kadar zor gelir insana; çünkü her bir yeni ilişki, yeni heyecanlar, yeni tatlar, yeni hazlar anlamına olduğu kadar yeni kırgınlıklar, yeni yılgınlıklar, yeni vedalar anlamına da gelir. Her yeni başlangıç yeni bir potansiyel ayrılıktır aynı zamanda. Bazen eskilerin hayaleti öyle dadanır ki zihnimize, başından çok sonuna odaklanırız ilişkilerin de: “Ya bu da öyle biterse?” Bu evham bazen kalbimizi öyle körleştirir, öyle köreltir ki içimizi, yeni insanlardan, yeniden sevmelerden, yeniden alışmalardan ölesiye korkarız. Nerede bize yakılan bir yeşil ışık görsek, ardımıza bile bakmadan tünelin karanlık ucuna doğru hızla depar atarız. Kimi zaman tamamen farkında kimi zamansa tamamen istem dışı olarak iteriz ayağımıza kadar gelen mutluluk fırsatını. Yeni bir yenilginin korkusu öylesine felç eder ki bizi, adım atamaz hale geliriz. Beckett’in şu ünlü, “ Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil .” s...