Daha önce Karşı
Ateşler, Medya ve İletişim
Sosyolojisi, Bilgi Toplumunun Tarihi
ve İletişimin Dünyasallaşması
kitaplarının çevirmeni olarak ismine rastladığımız Halime Yücel, İmgeden Yoruma’da zor bir alana- imgenin
dünyasına- temkinli ve bir o kadar da ne anlattığını bilen bir tavırla girerek
okuyucusunu sorgulamaya ve imgeden korkmamaya çağırıyor.
Gündelik hayatta her an karşı karşıya kaldığımız ve çoğu
zaman hiç farkında olmadan kuşatıldığımız gösterge evreninde çoğumuzun
sorgulamayı pek de akıl etmediği bir kavramdır imge ve tüketirken aynı zamanda
ürettiğimiz gerçeği çoğu kez unutulur. Günümüzde çağdaş iletişimin en önemli
araçlarından biri sayılan bu belirteçlerin yorumlanması, aynı zamanda ele
alınması ve kavranması en komplike süreçlerle sıkı sıkıya bağlıdır.
İmgenin kişiden kişiye değişen tanımları olduğu gibi
algılanması da herkes tarafından farklılaşır. Bunun en güzel örneği, bir tablo
karşısındaki “izleyici/seyirci”nin konumudur. Bu durumu, ‘bakan göz’ ve
‘algılayan göz’ arasındaki farkla anlatmak da mümkündür. Elma figüründen oluşan
bir tablonun basit bir meyve olmaktan ‘yasak meyve’ olmaya dek uzanabilecek
yorumlanma yolculuğu, imgenin algısal bileşenine ve imgelem gücüne vurgu yapan
en güzel örneklerden biridir. Temel olarak iki bölüme ayrılan İmgeden Yoruma’nın ilk bölümü imgenin bu
türden ‘sorunlu’ doğasına yoğunlaşarak imgenin tanımına, çeşitlerine, işlevlerine,
gerçeklikle bağıntısına ve günümüzde imge üzerine çalışan farklı
disiplinlerdeki konumuna odaklanıyor. İkinci bölümde ise, yazar, imgenin
çözümlenmesinde genel bir kuram olarak tanımladığı göstergebilimsel yöntemden
yararlanarak imgeyi bir söylem şeklinde okumanın temel izleklerini gösteriyor.
Kitabın sonunda da ressamların ünlü tablolarından örnekler sunmayı ihmal
etmiyor.
Resim, film, tablo, afiş, grafiti, ultrasonografi, MR,
reklam, fotoğraf, gravür, düşler ve akla gelmeyecek daha pek çok şey imge sınıfına
dâhil edilir. Ancak, uçsuz bucaksız bir evren sunan imge dünyasının tek ve
ortak bir tanımda toplanması hiç de kolay değildir. Dolayısıyla bilinemeyen her
şeyden olduğu gibi, imgenin de tanımlanamaz oluşu onu bir korku unsuruna
dönüştürür. Bu nedenle Yücel, çalışmanın en çetrefil kısmı sayılabilecek “İmgenin
Tanımı” bölümüne, üzerinde en çok uzlaşılan yönü olan temsil niteliğinden simge
ve gösterge boyutuna doğru kıvrılan bir yol izleyerek giriş yapıyor.
Dinselden din dışına
doğru…
Yücel, imgenin kökenlerinin Paleolitik çağlara
dayandırıldığı bilgisini vermekle birlikte, “düşünen insanın olduğu her yerde”
imgelerin var olduğundan bahsediyor ve imgenin tarihsel serüvenini düşünür Régis
Debray’ın yaklaşımından yola çıkarak üç dönemde inceliyor: “idol çağı”, “sanat
çağı” ve “görsel çağ”. Azteklerdeki yazı öncesi dönem gravürleri, Mısır’da
mezarları süsleyen ölü portreleri, avcı ve toplayıcı topluluklardaki hayvan
betileri, Eski Roma’da persona maskeleri,
Roma’da para üzerine basılan imparator resimleri gibi örneklerden hareketle
tarih öncesi dönemde imgenin dinsel ve büyüsel anlamları bulunduğuna dikkat
çeken yazar, XIV. yüzyıla gelindiğinde tablonun ortaya çıkışı ve zenginleşen
kesim tarafından yağan sipariş yağmuruyla imgenin laikleştiğine dikkat çekiyor.
Halime Yücel’e göre bu ilk kırılma, yani dinselden din dışı olana geçiş, aynı
zamanda imgenin “özerk bir sanat nesnesi” durumuna gelişini de sembolize eder.
İmge için ikinci kırılma noktası ise XIX. yüzyılda
fotoğrafın ortaya çıkışıyla yaşanıyor. Bu yeniden üretim tekniği imgenin gerek
nitel gerekse nicel konumunda devrimsel bir kopuşa yol açıyor. Fotoğrafla
birlikte gerçeklik temsilinin kusursuzlaştığı düşüncesi, Halime Yücel’e göre,
bazı yazar ve düşünürlerde sonu gelmeyecek bir imge sakınımsallığının oluşmasının
altında yatan en önemli inanışlardan biri. Zira fotoğrafla başlayan ve renkli
televizyonlarla doruk noktasına ulaşan mekanik çağla birlikte artık
imge-gerçeklik-temsil üçgeninde onanmaz bir kuşku çatlağı oluşmuştur. İmgenin
bilgisayar ve internet teknolojilerine koşut dönüşümü, imge akışında bir çağ
açar ve Yücel’in deyişiyle “toplum bir imge okyanusunda yüzmeye başlar”, öyle
ki bu toplumda bireyin kendisi bile imgeleşiverir.
Kim korkar imgeden!
Günümüzde reklam ve televizyonla özdeşleşen imgeler gerçek
olmamalarına rağmen kuşatıcı gücü yönüyle korkutucudur. Platon’dan günümüze
kadar Walter Benjamin, Adorno, Horkheimer, Guy Debord veya Baudrillard gibi pek
çok düşünürün imge ve gerçeklik bağıntısı konusundaki yaklaşımını özetleyen
Yücel kitapta temel sav olarak, imgenin mistifiye edilip korkulması gereken
değil, aksine, bir iletişim biçimi olarak tanınmaya çalışılması, yorumlanması
veya çözümlenmesi gereken bir kavram olduğunu ve bireylerin imge
imparatorluğunda yalnızca bu şekilde pasiflikten ve onun olumsuz etkilerine
maruz kalmaktan kurtulabileceklerini öne sürer.
Elbette imge ele alındığı disiplin itibariyle (estetik,
psikoloji, sosyoloji, retorik gibi) farklı kuramlarca çözümlenebilir. Halime
Yücel’in İmgeden Yoruma’da iletişim
bilimlerinin bakış açısıyla inceleme ve imgenin anlam üretimi boyutuna değinme
tercihi, böylesi ele avuca sığmaz bir konuyu felsefede boğulmadan akıcı bir
dille anlatabilmesini sağlamış. Konuyla ilgili herkesin bir çırpıda olmasa da
biraz boğuşarak anlayabileceği türden bir anlaşılırlıkla yazılan kitabın
anlatımındaki bu açıklık, bilinmezlikten ve sorgulanmazlıktan kaynaklanan imge
korkusunun aşılmasında aydınlatıcı olma hedefi barındıran bir çalışmanın
amacına paralel oluşuyla öne çıkarılması gereken başarılı yönlerden biri.
* Agos Kirk/Kitap, Mayıs 2013
Yorumlar
Yorum Gönder