Sessizlik bugüne dek üzerine
çokça düşünülen, konuşulan, yazılan ve çizilen kavramlardan biri olagelmiştir. Başta
felsefe ve dilbilim olmak üzere edebiyat, psikoloji, tıp veya antropoloji gibi
pek çok farklı disipline malzeme olan, hatta malzeme olmaktan öte başat bir
duruşa sahip sessizlik, Burcu Canar’ın “Tuhaf Alan”ında, bugüne kadarki ele
alınış biçimlerinden bambaşka bir tarzda mercek altına alınıyor.
Hacettepe
Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi olan Burcu Canar’ın 2012
yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim
Dalı’nda kabul edilen doktora tezinin Ayrıntı Yayınları tarafından
kitaplaştırıldığı Tuhaf Alan, hem ele
aldığı konu, hem de ele alış biçimiyle literatürdeki söz-sessizlik-yazı üzerine
imza atan mevcut çalışmaları önce yere serip sonra yerle bir etmeye niyetlenen
bir inceleme. Bu yolda Bakhtin’i,
Nietzsche’yi, Artaud’yu, Deleuze’ü, Heidegger’i, Derrida’yı, Blanchot’yu,
Beckett’i ve hatta Foucault’yu harcamayı bile göze alıyor.
Sessizlik ve
iletişimin sözlük tanımlarıyla söze başlayan Canar, okuru öncelikle sessizliğin
literatürde ele alınış biçimleriyle (yeniden) tanıştırıyor. Kitabın üzerinde
durduğu en önemli nokta, iletişim çalışmalarında iletişimin “değili”ne işaret
eden sessizliğin, anlama kavuşturulduğu, konuşturulduğu ve “söz”ün buharlaşmış
hâli şeklinde ele alınarak iletişim aracı olarak kavranmaya başladığı anda
iletişime katıldığıdır. Vardığı bu noktada ise, artık üzerine konuşulan şey
sessizlik değil, sözdür ve “söylenemez”, “çalışılamaz”, “yazılamaz” denilen
kavram kendi kehanetini gerçekleştirircesine kendini imha edip kendini
gerçekleştirmenin yakınına bile yaklaşamaz.
Burcu Canar Tuhaf Alan’daki yaklaşımını, “Sessizlik
nedir?” sorusundan, dolayısıyla kavramın ‘tanımından hareket eden bir çalışma
değil’ olarak özetliyor. Sessizliğe tanımlamalardan yola çıkarak mutlak bir
anlam kazandırma tuzağına düşen tüm çalışmalar, (Denniz Kurzon’un, Bernard P.
Davenhauer’in veya Adam Jaworski’nin yaptığı gibi) yaklaşımları nasıl olursa
olsun onu “dile getirmek”ten öteye gidememiştir. Zira dilin bilindik sınırları
içerisinde sessizlikten söz etmek ve hatta onun adını sesli biçimde söylemenin kendisi
bile başlı başına yoldan sapmaya, baş döndüren biçimde boşlukta dönüp durmaya
varır. İşte Burcu Canar Tuhaf Alan’da,
şimdiye kadar sessizliği yazmış, hatta onu konuşturmaya vardırmış felsefe,
edebiyat, sanat ve iletişim çalışmalarından verdiği örneklerle kavramı “nedir”
sorusundan kurtarmanın elzemliğine dikkat çekiyor. Diğerleri ile kendi
arasındaki farkı ise bir harf oyunuyla karşılıyor: Bildiğimiz, eski, sözün
sessizliği olan “s”essizlik ve Tuhaf Alan’daki
“S”essizlik.
Tuhaf Alan’da neler döndüğünü daha net anlamak için Canar’ın şu sözlerine kulak
vermekte fayda var: “Bu çalışma sessizlik
hakkında mevcut bilgiyi reddetmekle birlikte, felsefe, edebiyat, sanat ve
iletişimin sessizliğe dair bilgisini de yeniden gözden geçirecektir. Bildiğimiz
sessizliğin karşısında durmak; sözün veya dilin dışına çıkmak anlamına
gelmektedir.” Bu noktada mesele,“nedir?” sorusundan öteye geçerek “nasıl?”ı
sormayı mümkün hale getirir. Gösterilmesi gereken çaba sessizliği yazmak değil,
“sessizliğe yazmak”, yani yazıdan “yazım”a
geçmektir. Öyle ki Tuhaf Alan’da
artık ne “dışarısı” dışarıyı, ne “boş alan” boş alanı, ne “sahne” gerçekte
sahneyi imler. “Değil”ler bile “her türlü değillemenin inkârı”na dönüşür. Her
başlangıç yeni bir başlangıcı, her güzergâh rastgeleliliği oluşturur. Sessizliğe
yazmanın yeri bile yer-olmayan sahnedir ve sahneleme de bir denemedir. “Yazı
demeye bin sahne isteyecek” bu alan, sessizliğe yazılan ya da diğer bir
ifadeyle onun sahnelenebildiği tahayyülü olmayan yerdir. ‘Yersizyurtsuz’ bile
olamayacak bir konuşlanmanın yeridir Tuhaf Alan.
Kitabın üslûbu, biçim-içerik
tartışmalarına konu olabilecek güzel bir örnek sergiliyor. Biçimin içeriği
belirlediği, daha doğrusu dilin veya anlatımın aslında her şey olduğu
varsayımından yola çıkarsak Canar’ın yazı ve yazım –ki çalışmasının kendisini böyle tanımlıyor- ayrımına yaptığı
vurgu daha da anlaşılır hale gelecektir. Okurken tam da “bu” ya da “değil”
dediğiniz anda yeniden başa dönüyor, eski sessizliğe vazife buyrulduğu gibi,
size bir şeyler söylemesini beklerken orkestral bir susuşa bürünüyor, anlamaya
çalışırken sizi Sessizliğin yok-duvarlarına
çarptırıyor ve adeta susmak bilmez bir sessizliğe mahkûm ediyor. Dolayısıyla, kitabın
arka kapağında yazan “Tuhaf Alan, okurunu sessizliğe yazmaya tanıklık
etmeye çağıran bir sahneleme denemesidir.” cümlesi, bir hayli zorlu bir yolculuğa çıkacağınızın ipuçlarını daha
baştan vererek önlemini alıyor. Zor bir metinle karşılaşmaya, onu buyur etmeye
ve hepsinden de önemlisi inatla sabretmeye hazırsanız Tuhaf Alan’ın kapağını açmaya da hazırsınız demektir. Tabii şimdiye
kadar sessizlik hakkında öğrendiğiniz her şeyi unutmaya hazır olmanız koşuluyla;
çünkü o artık “s”essizlik değil, sadece “S”essizlik..
* Bu yazı Yurt Kültür'ün mayıs sayısında yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder