Ana içeriğe atla

Aylak, Yalnız ve Gezgin Bir Ruh: Jack Kerouac

Daha önce ‘Yolda’, ‘Zen Kaçıkları’, ‘Yeraltı Sakinleri’ gibi en önemli yapıtları yine Ayrıntı Yayınları’ndan çevrilen Fransız asıllı Amerikalı romancı ve şair Kerouac’ın ‘Yalnız Gezgin’i, tabiri caizse onu en çok parlatan ‘Yolda’ kadar beğeni toplayan bir kitap. Her ne kadar kendisi bu sıfatlandırmalardan hazzetmese de, Allen Ginsberg ve William S. Burroughs gibi Beat kuşağının ismi en bilindik olan Jack Kerouac, ‘Yalnız Gezgin’le okuru şehirlerin içinden, kıyıların kenarından geçen bir yolculuğa çıkarıyor.
Bir kaçış hikâyesi
Yalnız Gezgin
Jack Kerouac
Çeviri: Funda Uncu
Ayrıntı Yayınları
192 sayfa.
Yolculuklar aslında dışarıyı gezip görmek kadar insanın kendi içini keşfetmek için de çıktığı bir seyahattir. Kendimizle baş başa kalabilmek, kendimizden kaçabilmek ya da yaşanabilecek yeni bir dünya keşfetmek için dağlar bayırlar aşarız, kilometreler kat ederiz çoğu zaman. Ardımızda bırakmak istediğimiz yalnızlıklardan, acılardan, yaşanmışlıklardan, kısacası varoluşumuzdan kurtulabilmenin belki de en kestirme yoludur bir yerlerden başka bir yerlere gitmek. Bu yüzden ‘Yalnız Gezgin’, okuru maceralara sürüklüyor gibi gözükse de aslında insanı dinlendiren dingin bir yöne de sahip. "Kötü bir niyetim yok. Sadece başka bir dünyaya gitmek istiyorum ben" cümlesi ise, Kerouac’ın kendi kaçış hikayesini özetliyor.
Sekiz bölümden oluşan kitapta Kerouac’ın Amerika’dan Meksika’ya, Fas’tan Fransa’ya ve oradan İngiltere’ye uzanan seyahatine ve yollarda geçen hikayelerine eşlik ediyoruz. Kitabın en çarpıcı yönlerinden biri, kitapta anlatılanların gerçekten yaşanmış olması. Kitabın ismindeki ‘gezgin’ kelimesinin Kerouac’ın eski dostu Deni’nin, dünya turu yapma vaadiyle kendisini davet ettiği gemi olan ‘S.S. Gezgin’den geldiğini daha ilk bölümün girişinde anlamak mümkün.
Uğrunda binlerce kilometre yol kat ettikten sonra Gezgin’in Kerouac’sız yelken açarak uzaklara doğru süzülmesi Kerouac’ı kıyılara vururken, onu aynı zamanda gemiyle benzer bir kadere de sürükler. Farklı şehirlerde demiryolu işçiliği, gemilerde kamarotluk veya yangın gözcülüğü yaparak yıllarını yalnızlıkla örülü yollarda geçirmesi Kerouac’ın rotası olmayan bir gemiyi andıran aylak ruhunun göstergesidir.  ‘Tükenen Amerikalı Aylaklar’ –bahsi geçen aylaklar, Walter Benjamin’in kas ettiği ‘aylak’lar değil– adını verdiği sekizinci bölümde anlatılan pes edişin, eve dönmenin ve güvende hissetmenin güçlü arzusu, Kerouac’ın limansızlığın getirdiği mahremiyetten duyduğu bezginliğin dışavurumu olarak okunabilir.
‘Yalnız Gezgin’ için sinematografik bir kitap demek abartı olmaz. Yazarın kendine özgü üslubunun etkisinden olsa gerek okurken insanın zihninde durmadan fotoğraf kareleri beliriyor ve kitap kareler üzerinden ilerliyor. San Pedro Rıhtımı’ndaki rüzgarlı ve karanlık gece, Yankee Stadyumu’ndaki boğa güreşi, Redondas yakınlarındaki kilise, Oakland Bay Köprüsü’nün ayakları, Harrison Yokuşu… Hepsinin geçtiği satırlar tek tek renkli birer fotoğrafa dönüşüyor okurun kafasında. Kerouac’ın caz aşkı ise, kitapta sık sık sokak aralarında dolaşan sanatçılar ve çalan müzikler şeklinde çıkıyor karşımıza.
‘Yalnız Gezgin’, hem Jack Kerouac'ın otobiyografik eseri olması, hem de gezi günlüğü olması açısından Joseph Conrad’ın ‘Karanlığın Yüreği’ adlı eserini andırıyor. Kongo’da bir buharlı geminin kaptanlığını yaptığı seyahat boyunca tuttuğu günlüğün kitaplaşmış hali olan Karanlığın Yüreği, tıpkı ‘Yalnız Gezgin’ gibi bir otobiyografi. Ancak ‘Karanlığın Yüreği’ insan tasvirlerine ağırlık veren ve daha durağan ilerleyen bir kitapken, ‘Yalnız Gezgin’ aksiyon barındıran ve daha dinamik anlatıma sahip olan bir eser. Tabii bunda Kerouac'ın keskin ve ritmik kaleminin, uzun uzun ve kopuk cümlelerden oluşan serbest stilinin ve düzyazıda yarattığı ‘bebop’ aurasının da payı olduğu muhakkak. Kitabın kimilerine göre okunmasını zorlaştıracak tek nokta çok fazla yer ve karakter ismi barındırıyor oluşu. Ülkeler, şehirler, caddeler, insanlar, oteller, binalar, kafeler, barlar, tepeler, nehirler, dağlar, sahiller, limanlar, demir yolları… Bir kitaba sığdırılan onlarca ismin olması, okurken ayrıntıları akılda tutma takıntısı olan okur için not alma ihtiyacı yaratıyor. Yer yer uzayan betimlemeler de kimi satırlarda okurun bütünden kopmasına yol açsa da kitabın parçalı yapısı ve her bölümün kendine özgü bütünselliği bu noktada kurtarıcı bir işlev görüyor.
Beat kuşağının ortak kaderi
“Yolda” ile 50’li yılların gerek toplumsal, gerekse edebiyat alanındaki hâkim değerlerinden sapan, “Amerikan Rüyası”na başkaldıran ve yazıldıktan altı yıl sonra gerek içeriğin, gerekse dilinin uysallaştırılması sonucu yayınlanabilen bir eser olması ile Kerouac’ı döneminin önde gelen isimlerinden ve gençlik isyanlarının güçlü seslerinden biri noktasına taşıyor. Ancak sistemin dışında kalmak isteyen her yazarın bir şekilde kolaylıkla sisteme dâhil edildiği yazın piyasasında, Kerouac’ın tam da bu ‘dışarıda’ konumlandırılmasına sebep olan romanı ile, ünlendiği ve kapış kapış okunduğu bir düzeneğe girmesi, Beat kuşağı yazarları kadar diğer avantgarde eğilimli sanatçıların da ortak kaderi.
* Agos Kirk/Kitap, Eylül 2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDEN SEVMEYE BU KADAR İHTİYAÇ DUYAR?

İnsan neden birini sevmeye bu kadar ihtiyaç duyar? Aslında belki sevgisiz de yaşayabiliriz ama bu çok anlamsız bir hayat olmaz mı? O yüzden, sevgiyi erteleyen insan hayatındaki boşluğu doldurmak için işkolikmişcesine işine sarılmaz mı? Her anını bitmek tükenmek bilmez sorumluluklarla doldurmaz mı ya da kendini o bir türlü tanımlayamadığı topluma adamaz mı? Birini sevmek isteriz çünkü hepimizin bir “neden”e ihtiyacı var. Çünkü “tek” kişiyseniz siz hala, dışlanacağınız ya da “yarım” hissedeceğiniz çok an vardır hayatta. Sinemaların 1 alana 1 bedava kampanyalarında diğeriniz eksiktir. Şehir fırsatlarının çift kişilik odalarında yalnızsınızdır. Evdeki battaniyeler çift kişilikse ısınamazsınız. Bir şiir yazacaksanız boşlukları doldurmanız gerekir. Yazılarınızda yan anlamlar gerekir. Mektuplarınızın bir “alıcı”ya ihtiyacı vardır. Bir mağazada kıyafet denediğinizde fikrini soracağınız biri lazımdır satış danışmanları dışında. Çalar saat dışında sizi uyandıracak biri olması gerekir. Pasta ...

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruh...

Roman Kuramına Giriş

Ayrıntı Yayınları’nın Sanat ve Kuram dizisi kapsamında okuyucularla buluşan Roman Kuramına Giriş, eserin başlığında verilen ipucundan çok daha fazlasını sunuyor okuyucuya. Roman ve roman kuramları üzerine belli bir sınıflandırma ve portre oluşturma motivasyonundan uzak durulduğu kitap, roman üzerine yapılan düşünsel ve teorik argümanları merkezine alıyor. Zekiye Antakyalıoğlu’nun ifadesiyle de roman, “Roman nedir?” sorusunun cevabına sahip olmayan ve “tanımlanmaya, sınıflandırmaya direnen bir kurgusal anlatı biçimidir”. Bu açıdan bakıldığında, kitabın bir edebiyat kuramı veya akademik bir kaynak olmasından ziyade “roman okuyucusu” için yazıldığı unutulmamalıdır. Düşünsel tartışmaların yanı sıra kuramsal bir tabana da sahip olan çalışma, özellikle roman okuyucusunun bu kitabı okumasını amaçlıyor. Özetle, Roman Kuramına Giriş ’in bu yönüyle belki de akademinin her alanı için örnek niteliğinde bir kitap olduğunu belirtmekte fayda var. Kitabın bölümlerine bakıldığında “Tanımını...