Ana içeriğe atla

Farklı Dünyaların Sanatları


Şikago Ekolü mensuplarından Amerikalı sosyolog Howard S. Becker’in sanat sosyolojisi alanındaki en temel eserlerden, Pierre Bourdieu’nun Sanatın Kuralları (The Rules of Art)’na ek olarak, biri olan Sanat Dünyaları (Art Worlds), bugüne dek alanla ilgili pek çok nitelikli kaynağın kazandırıldığı Ayrıntı Yayınları’nın ‘Sanat ve Kuram’ dizisinde yerini aldı. Kitap, Becker’in, yazıldıktan otuz bir yıl sonra Türkçe’ye kazandırılmış ilk yapıtı olması nedeniyle de özel bir önem teşkil ediyor.    
Becker sembolik etkileşimcilik anlayışıyla ele aldığı Sanat Dünyaları’nda, sanata toplumsal bir eylem, kolektif bir faaliyet biçimi ve meslek dalı olarak yaklaşıyor. Bir sanat ürününün yaratımında işbölümünün elzemliğinden bahseden Becker, sanat ürününün ne denli bireysel bir faaliyet gibi gözükürse gözüksün pek çok insanın koordine bir şekilde çalışarak ortaya çıkardığı bir şey olduğunu ve herhangi bir aşamanın diğerinden daha az önemli olmadığını tarif ediyor. Örneğin, nasıl ki müzik enstrümanın üretilmesi için bir marangoza ihtiyaç varsa, o enstrümandan adına sanat denilen müziğin çıkması için de bir sanatçıya ihtiyaç vardır. Kısacası Becker, sanatın, sanatçıların yalnızca kendilerine atıfta bulunduğu ve kendi yaratıcılıkları olarak gördükleri yaratım süreci ve sanat denilen mefhumun büyülü bir aura ya da “ilham” denilen meleğin tek başına yürüttüğü gizemli çalışmanın meyvesi olmadığını savunuyor. Zira, sanat eserinin büründüğü son hale gelmesinde ihtiyaç duyulan materyallerin üretiminden, sanatçılara, dağıtım sürecinde yer alan kültür aracılarından eleştirmenlere ve hatta sanat alımlayıcılarına kadar birçok kişiye pay düşen bir eylemdir tüm sanat çalışmaları.

Kitapta üzerinde durulan bir diğer konu da, bir şeyin sanat eseri ya da sanat sayılabilmesi ya da algılanabilmesi için sanat dünyası üyeleri tarafından kabul edilen ortaklaşa bir anlam ve yargı dünyasının gerekliliğidir. Elbette her dönem neyin sanat eseri olduğu, neyin olmadığı, hangi sanat eserinin popüler/ciddi/elit olarak konumlandırılacağı, üzerinde uzlaşılması gereken ve standart olmayan bir mevzuudur. Becker, sanatçılar ve sanat dünyasındaki diğer katılımcılar arasında durmadan cereyan eden bu tartışmanın özünde bir “adlandırma” meselesi olduğunun altını çizer. Bu, Duchamp’ın pisuarının bir sanat eseri olarak sergilenebilmesini de açıklar niteliktedir.   

Sanat dünyalarındaki değişim, kitapta üzerinde durulan konulardan biridir. Değişim yavaş ve sakin ya da hızlı ve köklü olabilir; ancak esas olan değişimdir. Becker bu değişimin niteliği ve işleyiş süreci üzerinde ayrıntılı bir biçimde durur. Sanat dünyasındaki herhangi bir değişim, mevcut kolektif işleyiş düzeneğine dâhil olabildiği veya katılımcıların yeni bir işbölümü modelinin temelini atabildiği sürece gerçekleşir.

Kısacası Sanat Dünyaları’nda, sanatı, diğer toplumsal eylemlerden farksız bir şekilde, işbirliği ile üretilen kolektif bir eylem biçimi olarak algılayan Becker, sanat dünyasının meydana gelmesinde ülke veya dünya çapındaki bir insan ağı sağlandıktan sonra geri kalan tek şeyin, neyin sanat olarak adlandırılacağının belirlenmesi  ve hem sanat eserine, hem de yaratıcısına sağlayacağı hak ve imtiyazlar üzerindeki uzlaşının sağlanması olduğunu ortaya koyar. 

* Agos Kirk/Kitap, Şubat 2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yanlış Bir Türkiye Doğru Yaşanmaz

İçinden geçtiğimiz günler aşikâr. Günlerdir, “ne yazacağım” ile, “yok yok, kafamı toparlayamıyorum” cümleleri peş peşe sıralanıyor. Derken, birden bir şimşek parlıyor ve ak sakallı ilham ninesi aklımı çeliyor. Bilinmeyenli bir denklemi çözmeyeceğime göre, diyorum, bildiğimiz şeyleri sıralayayım. Gezi’den bu yana her gün kara kara düşündüğümüz ve düşün düşün bir türlü işin içinden çıkamadığımız şeylerin bir kez daha üzerinden geçmek istiyorum. Tünelin sonundaki karanlığın resmini çizmek gibi sado&mazo bir niyet güdüyorum. Geçen yıla kadar baĞzı şeyler hâlâ hayalken (kâbusken demek daha doğru aslında), hayal gibi gözüken her şeyi mümkün kılan iktidarın kudreti hepimizin yüzüne günbegün tokat gibi çarpıyor ne yazık ki. Bizler, “gülmek devrimci bir eylemdir” derken aslında olan şey bir darbeydi bu ülkede. Kurumlarıyla, organlarıyla, hukukuyla, rejimiyle, insanıyla topyekûn “yeni” bir Türkiye var karşımızda. Elbette yıllardır önümüze konan ve hepimizi zehirleyen yemek aynı, asl...

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruh...

Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor

Bir ilişkiyi sonlandırmak, yeni bir ilişkiye başlamak kadar zor gelir insana; çünkü her bir yeni ilişki, yeni heyecanlar, yeni tatlar, yeni hazlar anlamına olduğu kadar yeni kırgınlıklar, yeni yılgınlıklar, yeni vedalar anlamına da gelir. Her yeni başlangıç yeni bir potansiyel ayrılıktır aynı zamanda. Bazen eskilerin hayaleti öyle dadanır ki zihnimize, başından çok sonuna odaklanırız ilişkilerin de: “Ya bu da öyle biterse?” Bu evham bazen kalbimizi öyle körleştirir, öyle köreltir ki içimizi, yeni insanlardan, yeniden sevmelerden, yeniden alışmalardan ölesiye korkarız. Nerede bize yakılan bir yeşil ışık görsek, ardımıza bile bakmadan tünelin karanlık ucuna doğru hızla depar atarız. Kimi zaman tamamen farkında kimi zamansa tamamen istem dışı olarak iteriz ayağımıza kadar gelen mutluluk fırsatını. Yeni bir yenilginin korkusu öylesine felç eder ki bizi, adım atamaz hale geliriz. Beckett’in şu ünlü, “ Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil .” s...