Ana içeriğe atla

7. TÜRKİYE TİYATRO BULUŞMASI'NDAN İZLENİMLER: "Yazıklar Olsun Kurtarıcı Bekleyenlere"

Tiyatro sanatını yaşatmak ve halkla buluşturmak için Dikili'de yapılan Tiyatro Buluşması'na emek veren, kurtarıcı beklemeden elini taşın altına koyanlara, katılan, dinleyen, izleyen herkese çok şey borçlu olduğumuzu düşünüyorum.

Türkiye’nin en önemli buluşmalarından biri olan, binlerce insanın birbirine temas ettiği sanat soluduğu 15-18 Ağustos tarihlerinde Dikili’de gerçekleştirilen Yedinci Türkiye Tiyatro Buluşması’nı geride bıraktık.
İzmir Yenikapı Tiyatrosu’nun öncülüğünde ve Dikili Belediyesi’nin, özellikle de Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in desteğiyle gerçekleşen ve benim de katılımcılar arasında yer aldığım festival tahmin edilebileceği gibi (ve ne yazık ki) görünür (!) medyada yer almadı.
Etkinlikle ilgili haberlerin basında tek tük sayıda yer alması, kültür sanattaki merkez-periferi yaklaşımını akıllara getiriyor.
Malum son yıllarda sanat için sanat ve tiyatroda biçimcilik adeta kutsanırken, İstanbul –hatta Beyoğlu ve çevresi– dışında gerçekleşen kültürel ve sanatsal etkinlikler Türkiye’nin önde gelen gazetelerinde veya ismi bilinen köşe yazarlarımızın sütunlarında fazla yer bulamıyor.
Tanzimat’tan bu yana tiyatronun kalbi hala İstanbul’un küçük bir bölgesinde ve bir grup seyircinin tekelindeymiş varsayımı medyanın diğer illerde yapılan organizasyonlara ilgisiz kalmasına neden oluyor.
Bu ufak eleştirel girişten sonra Dikili’deki buluşmaya geçebilirim.
Etkinlik kapsamında dört gün boyunca atölyeler, söyleşiler, seminerler, sokak oyunları, konserler, dans performanslarıyla dört gün boyunca orantısız sanata maruz kaldık.
Türkiye’nin farklı yerlerinden 40’ı aşkın sanatçı, akademisyen, yazar ve emekçi özgür sanat ve özgür hayat için bir aradaydı. İstanbul Şehir Tiyatroları eski genel sanat yönetmeni Orhan Alkaya, İstanbul Şehir Tiyatrosu yönetmeni Ragıp Yavuz, Devlet Tiyatroları eski genel müdürü Yücel Erten, oyuncu-akademisyen Levent Öktem, Prof. Dr. Özdemir Nutku, eleştirmen Üstün Akmen, yazar Haluk Işık, Vecdi Sayar, İhsan Eliaçık, yönetmen, oyuncu Turgay Tanülkü, Mahşer-i Cümbüş oyuncusu Yiğit Arı, yönetmen, oyuncu ve İzmir Yenikapı Tiyatrosu’nun kurucularından Orçun Masatçı, Taksim Dayanışması’ndan Ongun Yücel ve Zeynep Altıok Akatlı gibi daha pek çok değerli isim söyleşiler boyunca sanata, tiyatroya, politikaya ve ülkeye dair görüşlerini paylaştı. Sayki, Praksis, Çiğdem Erken ve Hüsnü Arkan verdikleri konserlerle buluşma gecelerine güzel sesleriyle eşlik etti.

Gezi ruhu ve unutulmayanlar

Etkinlik boyunca Medeni Yıldırım, Sabahattin Ali ve Zeynep Eryaşar isimleri verilen atölye alanlarında; yazarlık, kil işleri, sokak tiyatrosu, sinema, kısa film, oyunculuk, dans ve doğaçlama gibi pek çok alanda eğitim verildi. 
Metin Altıok’un 1963 yılında yazdığı “Duygusuz Yenilgi” adlı oyun Orhan Alkaya rejisi ve Çiğdem Erken ile Grup Gündoğarken’in canlı müzik performansı eşliğinde sahnede binlerce seyirciyle buluştu.
Söyleşiler Sanat Sokağı’ndaki Mehmet Ayvalıtaş söyleşi alanında yapılırken, Dikili Atatürk Meydanı’ndaki Ethem Sarısülük Sahnesi ve Bademli Köyü’ndeki Abdullah Cömert Sahnesi’nde de birbirinden güzel tiyatro oyunları, dans performansları, konserler ve atölye sunumları gerçekleştirildi.
Bütün sahneler için gerekli izinlerin alınmış olmasına rağmen Salihleraltı bölgesinde yer alan ve adı Ali İsmail Korkmaz’ın ismiyle anılacak olan 4. sahne jandarma tarafından (güya) yolu kapatma gerekçesiyle ilk gün kaldırıldı. Orada gerçekleşecek etkinlikler Bademli Köyü'ndeki sahneye kaydırılmak zorunda kaldı.
Buluşmanın unutmadığı isimlerden biri de yıllardır devlet tarafından imha edilmeye çalışılan sosyolog yazar Pınar Selek idi.
Buluşma’nın Onur Ödülü Yücel Erten’e, Emek Ödülü Mesut Kara’ya, Çayan Birben Umut Ödülü ise Taksim Dayanışması ve Gezi Parkı tutukları adına Ongun Yücel’e verildi.
Dikili Belediye Tiyatrosu'nun genç yaşta hayatını kaybeden oyuncusu Mehmet Mutlu Kandemir de belediye tarafından kendisi adına oluşturulan koruya gerçekleştirilen ziyaretle çelenk bırakılarak anıldı.
Buluşmada ölümsüz dostlarımızın anısını yaşatmak adına söyleşi alanlarına ve atölyelere isimlerinin verilmesi, etkinliklerin yapıldığı günlerin yitirdiğimiz şairlerin ismiyle anılması -15 Ağustos Ece Ayhan günü, 16 Ağustos Can Yücel günü, 17 Ağustos Metin Altıok günü, 18 Ağustos Ahmed Arif günü- buluşmanın büyüklüğünü ve önemini yansıtan en güzel örneklerden bazılarıydı.
Aynı şekilde, ilk gün halkın büyük çoğunluğunun da katıldığı Nazım Hikmet Parkı'ndan Atatürk Meydanı'na yapılan yürüyüşte atılan  "Hayatı savunmak için sanat!", "Yaşasın tiyatro yaşasın sanat!", "Sokağın ateşi sarayları yıkacak!", “Her yer Taksim her yer direniş!” sloganları da Gezi ruhunu yaşatması ve özgür sanat adına verilen zorlu mücadeleyi yansıtması bakımından oldukça önemliydi.

Neler konuşuldu?

“Medyanın sanata ve hayata etkisi”, “Aşk, sokak ve sanat”,  “Sokağın Sanatını yaratmak”, “Politika ile tiyatronun ilişkisi” ve “Tiyatro’da Yeni’yi Yaratmak” başlıklı oturumlarda sanata ve tiyatroya dair birbirinden farklı görüş ve yaklaşım dört gün boyunca Mehmet Ayvalıtaş söyleşi alanında tartışılma imkânı buldu.
Medyanın ve kültür sanat yazarlarının sanatla ve tiyatroyla olan ilişkisi, sosyal medyanın hayat ve sanat alanında yarattığı dönüşümler, iktidar ve medya ilişkisi, sokak tiyatrosunun doğuşu, politika ve tiyatro ilişkisi, doğaçlama tiyatro, Devlet ve Şehir Tiyatrolarında yaşanan kriz ve devletin sanata müdahalesi, tiyatroda akımlar, 20. ve 21. yüzyıl dünyada ve Türkiye’de tiyatro alanındaki hareketler, tiyatro ve modernite ilişkisi söyleşiler boyunca ele alınan konulardan bazılarıydı.
Gezi Direnişi, 68 hareketi ve alternatif bir mücadele biçimi de neredeyse her söyleşide değinilen temalar arasındaydı.

Önemli, çünkü...

Tüm etkinliklerin halka açık ve ücretsiz olduğu böylesi geniş çapta bir buluşma yalnızca konuşmacıları ve dinleyicileri değil, meydanlarda olan herkesi ve Dikili halkını bu sanat ve dostluk ortamına dâhil edebilmesi bakımından katılımcı, çoğulcu ve demokratik bir sanat/hayat anlayışının da örneğini teşkil ediyordu.
Tiyatronun hayattan ve politikadan kopartılmaya, muhalif duruşunun yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde sanatçıların, tiyatro emekçilerinin, yazarların, akademisyenlerin, kısacası tiyatro dünyasındaki herkesin üzerine düşenleri ve sorumluluklarını hatırlaması bakımından bu buluşmaların çoğalması gerekiyor.
Üzücü olan, festival kenti, tiyatro merkezi olarak anılan başta İstanbul olmak üzere, diğer büyük kentlerde böylesi etkinliklere yer verilmiyor olması.
Eğlence endüstrisine bulaşan/bulaştırılmaya çalışılan ve özellikle geçtiğimiz iki, üç yıldır medya tarafından pazarlanan tiyatro anlayışı ne yazık ki belli bir seyirci kitlesine ve dolayısıyla benzer beğeni ve tercihlere hitap etmekten öteye gidemiyor.
2000’li yılların tiyatro alanı adeta ikiye yarılmış durumda, bir tarafta biçimsel denemelere ve yeni orta sınıfa yönelen “alternatif” yeni arayışlar, öte yanda toplum için tiyatro yapmaya çalışan, politik kaygılar taşıyan, belli birtakım angajmanları olan ve tabii ki iktidarın kapitalist mantığıyla çelişmesi sebebiyle marjinalleştirilmeye çalışılan halk tiyatroları.
Katılımcılara ve etkinliklerin düzenleyicilerine bakıldığında aradaki temassızlığı görmek mümkün; herkes tarafını seçmiş, kendi tiyatrosu adına bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ancak unutulmaması gereken bir nokta var: genç yaşlı, ödenekli özel, konvansiyonel ya da avangard, birleşilmediği takdirde ortada ne sanat ne tiyatro kalacak.
Bu nedenle, devletin zulümle katlettiği hayatları unutmayan, yok edilmeye çalışılan tiyatro sanatını yaşatmak ve halkla buluşturmak için gece gündüz demeden haftalarca emek veren, kurtarıcı beklemeden elini taşın altına koyan başta İzmir Yenikapı Tiyatrosu ve Dikili Belediyesi emekçileri olmak üzere destek veren, katılan, dinleyen, izleyen herkese çok şey borçlu olduğumuzu düşünüyorum.
Çok teşekkürler! (CK/HK)
* Başlık: Bertolt Brecht

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDEN SEVMEYE BU KADAR İHTİYAÇ DUYAR?

İnsan neden birini sevmeye bu kadar ihtiyaç duyar? Aslında belki sevgisiz de yaşayabiliriz ama bu çok anlamsız bir hayat olmaz mı? O yüzden, sevgiyi erteleyen insan hayatındaki boşluğu doldurmak için işkolikmişcesine işine sarılmaz mı? Her anını bitmek tükenmek bilmez sorumluluklarla doldurmaz mı ya da kendini o bir türlü tanımlayamadığı topluma adamaz mı? Birini sevmek isteriz çünkü hepimizin bir “neden”e ihtiyacı var. Çünkü “tek” kişiyseniz siz hala, dışlanacağınız ya da “yarım” hissedeceğiniz çok an vardır hayatta. Sinemaların 1 alana 1 bedava kampanyalarında diğeriniz eksiktir. Şehir fırsatlarının çift kişilik odalarında yalnızsınızdır. Evdeki battaniyeler çift kişilikse ısınamazsınız. Bir şiir yazacaksanız boşlukları doldurmanız gerekir. Yazılarınızda yan anlamlar gerekir. Mektuplarınızın bir “alıcı”ya ihtiyacı vardır. Bir mağazada kıyafet denediğinizde fikrini soracağınız biri lazımdır satış danışmanları dışında. Çalar saat dışında sizi uyandıracak biri olması gerekir. Pasta ...

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruh...

Roman Kuramına Giriş

Ayrıntı Yayınları’nın Sanat ve Kuram dizisi kapsamında okuyucularla buluşan Roman Kuramına Giriş, eserin başlığında verilen ipucundan çok daha fazlasını sunuyor okuyucuya. Roman ve roman kuramları üzerine belli bir sınıflandırma ve portre oluşturma motivasyonundan uzak durulduğu kitap, roman üzerine yapılan düşünsel ve teorik argümanları merkezine alıyor. Zekiye Antakyalıoğlu’nun ifadesiyle de roman, “Roman nedir?” sorusunun cevabına sahip olmayan ve “tanımlanmaya, sınıflandırmaya direnen bir kurgusal anlatı biçimidir”. Bu açıdan bakıldığında, kitabın bir edebiyat kuramı veya akademik bir kaynak olmasından ziyade “roman okuyucusu” için yazıldığı unutulmamalıdır. Düşünsel tartışmaların yanı sıra kuramsal bir tabana da sahip olan çalışma, özellikle roman okuyucusunun bu kitabı okumasını amaçlıyor. Özetle, Roman Kuramına Giriş ’in bu yönüyle belki de akademinin her alanı için örnek niteliğinde bir kitap olduğunu belirtmekte fayda var. Kitabın bölümlerine bakıldığında “Tanımını...