Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ve şifre skandalının ardından öğrenci eylemlerinin ardı arkası kesilmiyor. Başta sınava ve ÖSYM’ye yöneltilen tepkiler ve eleştiriler aslında eğitim sistemindeki sorunların kendisinin yeniden sorgulanmasına yol açtı.
Eğitim kurumları, içinde bulundukları toplumun sosyal, ekonomik, politik ve kültürel yapısını yansıtan yerlerdir. Eğitim üzerine pek çok farklı yaklaşım vardır. Fonksiyonalist bakış açısına göre eğitimin işlevi aileden sonra çocuğun sosyalizasyonunu (sosyalleşmesini) sağlamaktır. Bu yaklaşıma göre bir toplumun normları ve değerleri eğitim yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılarak toplumsal düzenin devamı sağlanır. Bunun Türk eğitim sistemindeki en görünür yansıması, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında yeni bir ulus yaratma sürecinde eğitime, bireyleri toplumsal değişmeye adapte ederek milli bir bilinç oluşturma ve bu sayede iyi bir yurttaş yetiştirme misyonu yüklenmesiydi. Eğitimin bir başka fonksiyonu da insanlara belirli beceriler kazandırarak onları ileriki mesleklerine hazırlamaktır. Bu işleviyle, modern toplumlarda giderek karmaşıklaşan ve uzmanlaşan işbölümünün devamını sağlar; ancak Türkiye’de durum bundan çok farklıdır. Türkiye’de eğitim sistemi siyasi ve ekonomik sistemdeki hakim grupların çıkarlarının devamını sağlayan kurumlardır. Toplumdaki egemen ideoloji üniversitede okutulan müfredatlar sayesinde yeniden üretilir. Eğitim kurumları toplumların kalkınması için gerekli olan nitelikli insan gücünü yetiştirirken bir yandan da zaten eşitsiz olan işbölümü ve toplumsal yapı yeniden üretilir. 1974 yılından beri uygulanan üniversitelere giriş sınavı bireyciliğin ve rekabetin arttığı modern toplumda standart ve her bireye eşit kazanma fırsatı sunuyor gibi görünse de aslında toplumdaki eşitsiz yapıyı gizleyen ve yeniden üreten bir uygulamadır; çünkü Türkiye’de eğitim özellikle 80’li yıllardan itibaren temel bir hak olmaktan çıkarak, çoğunlukla parayla ulaşılabilen bir hizmete dönüşmüştür. Buna bağlı olarak da okullaşma oranı yükseköğretim kademesine gidildikçe azalmaktadır.
Türkiye’de okullarda kullanılan geleneksel eğitim metotları sitemimizde karşı çıkılması gereken bir başka sorundur. Okullar belli bilgilerin verildiği, belli derslerin öğrenildiği, belli alışkanlıkların kazandırıldığı bir yerdir ve Türkiye’de okullarda gerçekleşen öğrenme süreci öğretmenin öğrencilerin zihnine bilgileri bir kap doldurur gibi doldurduğu bir süreçtir. Üniversiteler bile, her ne kadar özgür bilimsel düşüncenin üretildiği ve eleştirel düşünmenin kazandırılmaya çalışıldığı yerler olarak gösterilse de, var olan sınav (ödül-ceza sistemi) sistemi ve öğretim metodunun öğreten-öğrenen ikiliğine dayalı olmasıyla aslında “uysal” ve bilgiyi sorgulamayan öğrenciler yetiştirmeyi hedefleyen yerlerdir. Sınıf içi düzen, otorite ve kontrol prensibine dayalı hiyerarşik yapılarda demokrasiden de söz edilemez. Bu, olsa olsa geleceğin ucuz iş gücünü kapitalist sistemin uysal bireyine dönüştürmeye yarar. Bu bağlamda denilebilir ki, okulların örgütleniş şekli ve okullarda uygulanan müfredatlar, kapitalist ekonomik sistemin devamını sağlamaya yönelik disiplin ve hiyerarşik düzeni öğrencilere kazandırmaya ve pekiştirmeye yöneliktir. Sonuç olarak bugün Türkiye’ye baktığımızda temel bir hak olan eğitimin öğrencilerin tarafında olmasını beklemek zaten büyük aptallık olurdu ki her gün üst üste patlayan skandallar da bunun büyük ispatı..
Yorumlar
Yorum Gönder