Ana içeriğe atla

ÖSYM’ye Mektup Var! – Cansu Karagül


ÖSYM’nin hem sehven hem şehvetlen ardı arkası kesilmeyen hataları gün geçmiyor ki mağdurlar arasına yeni adayları, yeni öğrencileri eklemesin..
Bildiğimiz üzere ÖSYM önce Yükseköğretime Geçiş Sınavı(YGS)’ndaki şifre skandalının ardından öğrencilere “geliştirilen yazılım çalıştırıldığında her soru için rastgele verilmesi gereken değerler, sehven sıralı olarak verildiğinden oluşturulan soru kitapçıklarında bazı sorularda en büyük değerli seçeneğin hemen sağındaki seçeneğin, doğru cevap olması durumu ortaya çıkmıştır.” açıklamasını içeren bir mektup yollamıştı. Daha liseli arkadaşlarımızın isyanları durulmamışken üzerine bir de Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES)’ndaki soru kitapçığı krizi eklendi ve tutuşan ÖSYM yetkilileri çözümü yine adayların e-posta adreslerine mail yollamakta buldu. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali Demir, “Kitapçıklarınız incelenecek ve sizlerin mağdur olmaması için ÖSYM Yönetim Kurulu tarafından değerlendirilerek gereken işlem yapılacaktır” dedi.
Acaba daha ne kadar mağdur edilebilir bu arkadaşlarımız? YGS sonuçları hala açıklanlanmadığı için öğrencilerin sınavın ikinci aşaması olan LYS’ye başvuruları da gecikiyor. Öğrenciler yapılan açıklamalardan, gönderilen mektuplardan, boş vaatlerden hiç de tatmin değil, tam tersi demoralize olmuş haldeler. Zaten deli saçması bir mantıkla standardize edilmiş sınava olan güvenler sıfırken, bir de belirsizliğin hüküm sürdüğü bu bekleme süreci adayların motivasyonlarını iyice düşürmüş vaziyette. Hala sınavın iptali ya da Demir’in istifası söz konusu değil. Bu şartlar altında sınavın ikinci ya da üçüncü aşamalarında kaderci bir anlayışı benimsemeleri ve sorgusuz sualsiz bu skandala boyun eğmelerini bekledikleri öğrenci arkadaşlarımızdan nasıl bir performans bekliyor ÖSYM merak içindeyiz hepimiz.. ALES skandalına gelirsek, ÖSYM, gerekli incelemeler yapıldıktan sonra mağdur olan adayların sınavlarının tekrar yapılacağına dair bir açıklama yaptı. Bilen bilir, Herakleitos amcamızın bir sözü vardır tüm bu olanlara cuk oturan cevap mahiyetinde: “Aynı nehre iki kere girilmez”. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu mantığından hareket edersek sınavın tekrarı durumunda ne sınav aynı sınavdır ne de mağdurlar aynı insandır. Bu bir iktisat analizi değildir “ceteris paribus” diyebileceğimiz. Yalnızca soru kitapçıklarını değiştirip sınavı tekrar ettiklerinde diğer tüm değişkenlerin ( insana dair, doğaya dair, fiziki çevreye dair vs.) sabit kalabileceğini düşünmeleri ve hatta buna inanmaları gerçekten içler acısı.. ÖSYM’nin bu rezaletlerin yol açtığı haksızlıkları nasıl telafi edeceğini, daha doğrusu edip edemeyeceğini iyice bir düşünüp sorgulaması ve bir an önce “adil ve gerçekçi” çözümler üretmesi lazım.
Kocaman Yanılgılarımız
Tüm bu gelişmeler karşısında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ÖSYM sınavlarına dair yaptığı açıklamalar ise bana realiteden uzak, biraz fazla iyimser, biraz da komik geldi.
“Bu gelişmeler hepimizi çok üzüyor. Beni de çok üzüyor. Çünkü Türkiye’de şöyle bir anlayış vardı, ister Cumhurbaşkanı çocuğu olun, ister Başbakan, Meclis Başkanı çocuğu olun, isterseniz Türkiye’nin en zengin insanının çocuğu olun, bu tip sınavlarda herhangi bir ayrıcalık söz konusu olmaz. Puanınız ne ise ona göre bir yere yerleşirsiniz. Bu anlayışın zedelenmesinden doğrusu çok rahatsızım tabiiki. Ama gerçekten böyle bir durum var mı, yok mu bunu yargı süreci belirleyecektir.” Öncelikle şunu belirtmek gerekir: Kimsede bu tip sınavlarda ayrıcalık söz konusu olamaz gibi bir anlayış mevcut değil maalesef. Diğer bütün standardize edilmiş testlerin de sorunudur ki bireyin arka planı, ailesinin ve kendisinin sosyo-ekonomik durumu ve daha pek çok faktör bu sınavlarda göz ardı edilir. Bu verilmeye çalışılan algı koskoca bir “fırsat eşitliği” yanılgısıdır. Sınava girebilme eşitliği, aynı donanıma sahip olabilme eşitliği anlamına gelmez. En iyi okullarda ve dershanelerde en iyi eğitimi göre, sınırsız özel dersini alabilen Cumhurbaşkanı, Başbakan ya da Meclis Başkanı çocukları ile, devletin unutulmaya terk ettiği bir köyde geceleri ocak yanmayan evlerinde çalışma masası bile yokken, mum ışığıyla ya da gaz lambalarıyla çalışan, belki de en iyi ihtimalle 80-90 kişilik sınıflarda eğitim gören, dershaneye gitme ya da özel ders alma imkanı olmayan öğrenciler arasında ayrıcalık/ ayrımcılık olmadığını ifade edebilmek gerçekten şuursuz bir açıklamadır bana göre. 5-10 senede bir, X köyünden çıkıp Türkiye’nin bilmemnerdeki saygıdeğer üniversitesini kazanmış istisnalar bütün bu gerçekleri göz ardı etmek için medya aracılığıyla insanların gözüne sokulur. “Bakın, başaran var demek ki! 1 kişi bile yapabiliyorsa herkes yapabilir.” Uyanın ve karşı çıkın! Bölgesel eşitsizlikler, bireysel eşitsizlikler göz önünde bulundurulmadan hazırlanan bu sınavlar hiçbir şeyi ölçmüyor aslında!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDEN SEVMEYE BU KADAR İHTİYAÇ DUYAR?

İnsan neden birini sevmeye bu kadar ihtiyaç duyar? Aslında belki sevgisiz de yaşayabiliriz ama bu çok anlamsız bir hayat olmaz mı? O yüzden, sevgiyi erteleyen insan hayatındaki boşluğu doldurmak için işkolikmişcesine işine sarılmaz mı? Her anını bitmek tükenmek bilmez sorumluluklarla doldurmaz mı ya da kendini o bir türlü tanımlayamadığı topluma adamaz mı? Birini sevmek isteriz çünkü hepimizin bir “neden”e ihtiyacı var. Çünkü “tek” kişiyseniz siz hala, dışlanacağınız ya da “yarım” hissedeceğiniz çok an vardır hayatta. Sinemaların 1 alana 1 bedava kampanyalarında diğeriniz eksiktir. Şehir fırsatlarının çift kişilik odalarında yalnızsınızdır. Evdeki battaniyeler çift kişilikse ısınamazsınız. Bir şiir yazacaksanız boşlukları doldurmanız gerekir. Yazılarınızda yan anlamlar gerekir. Mektuplarınızın bir “alıcı”ya ihtiyacı vardır. Bir mağazada kıyafet denediğinizde fikrini soracağınız biri lazımdır satış danışmanları dışında. Çalar saat dışında sizi uyandıracak biri olması gerekir. Pasta

Roman Kuramına Giriş

Ayrıntı Yayınları’nın Sanat ve Kuram dizisi kapsamında okuyucularla buluşan Roman Kuramına Giriş, eserin başlığında verilen ipucundan çok daha fazlasını sunuyor okuyucuya. Roman ve roman kuramları üzerine belli bir sınıflandırma ve portre oluşturma motivasyonundan uzak durulduğu kitap, roman üzerine yapılan düşünsel ve teorik argümanları merkezine alıyor. Zekiye Antakyalıoğlu’nun ifadesiyle de roman, “Roman nedir?” sorusunun cevabına sahip olmayan ve “tanımlanmaya, sınıflandırmaya direnen bir kurgusal anlatı biçimidir”. Bu açıdan bakıldığında, kitabın bir edebiyat kuramı veya akademik bir kaynak olmasından ziyade “roman okuyucusu” için yazıldığı unutulmamalıdır. Düşünsel tartışmaların yanı sıra kuramsal bir tabana da sahip olan çalışma, özellikle roman okuyucusunun bu kitabı okumasını amaçlıyor. Özetle, Roman Kuramına Giriş ’in bu yönüyle belki de akademinin her alanı için örnek niteliğinde bir kitap olduğunu belirtmekte fayda var. Kitabın bölümlerine bakıldığında “Tanımını

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruhsal