Ana içeriğe atla

Küreselleşme, Yoksulluk ve Kadın – Cansu Karagül


Kadınların ekonomik ilerlemesini hızlandırmaya odaklanan iş dünyası forumu Küresel Kadın Zirvesi 05 Mayıs Perşembe günü 35 bakanın katılımı ile gerçekleşen ‘Bakanlar Yuvarlak Masa Toplantısı’ ile başladı.
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’in “Kadın CEO oranında AB’yi geçtik.” vurgulu konuşmasına küreselleşme olgusu üzerinden yaklaştığımızda Türkiye’deki tezatlık çarpıcı bir biçimde gözler önüne serilmektedir. Bunu hem verili istatistiki oranlarda, hem de son haftalarda medyadan da rahatlıkla takip edebildiğimiz Türkiye’de kadın olmanın zorluğuna dair paylaşılan haberlerde gözlemleyebilmek mümkün.
“En çok Danimarka, Finlandiya ve Türkiye’de CEO var.”
Ümit Boyner’in zirvedeki sözleri şöyle sürmektedir:
‘Biz kadınların yalnız ekonomiye değil, siyaset hayatına da katılımını destekliyoruz. Kadınların ekonomiye katılımı sadece kadınların aileleri ve kendilerinin güçlenmesi için değil, sosyal ve ekonomik büyüme için de gereklidir. Kadınların ekonomiye katılması kalkınma için hayati öneme sahiptir.
Dünya Bankasının raporlarına göre, kadınların istihdama katılması hem yoksulluğu azaltacak, hem de yönetişimi daha da iyileştirecektir. Kadınların çalışma gücüne katılması, yoksulluğu yüzde 15 azaltabilir. Yine rapora göre kadınların çalışması, karar verme süreçlerine daha fazla katılmasını sağlıyor. Kadınların çalışma hayatına katılması yüzde 27 oranındadır. Ama kadınların belli mesleklere katılımının daha yüksek olduğunu görüyoruz. Avukatların, doktorların, profesörlerin yüzde 30′u kadındır. Yüksek yönetimde çok uluslu ve ulusal şirketlerde kadın katılımı yüksektir. Türkiye, Finlandiya ve Danimarka ile birlikte en fazla sayıda kadın CEO’ya sahip ülkedir. CEO düzeyindeki kadın oranı Avrupa’da yüzde 5′in altında. Ama Türkiye’de yüzde 12′.’ 

Türkiye’de toplumdaki kadın algılamasının değiştiğini belirten Ümit Boyner, ‘Ama bu hala yeterince tatminkar değil. Kadınların pozisyonunu kuvvetlendirmek için ‘nüfusun yarısını dışlayarak güçlü bir ülke olunamaz’ mesajını vermemiz gerekiyor. Kadınların haklarını koruması, siyasi tercihlerini sunması ve uygulamaya katılmasını teşvik etmek gerekiyor. Uzun vadeli ve sürdürülebilir kalkınmaya, ancak kadınların potansiyelini kullanabilirsek ulaşabiliriz.’
Bunu bir gelişme olarak mı saymalıyız? Bence hayır! Bir de Türkiye’nin yoksulluk ve kadına yönelik şiddette kaçıncı sırada olduğuna bakmak lazım.. Biliyoruz ki küreselleşmenin bir yüzü ufak bir azınlık için büyük bir zenginlik iken, öteki yüzü kocaman bir yoksulluktur ve bu yoksulluktan en çok etkilenen elbette ki kadın ve çocuklardır. Kırsal için bu durumun daha da vahim olduğunu herhalde söylemeye gerek yoktur zannedersem.
Küreselleşme sürecinin yarattığı olumsuzlukların en başında gelir dağılımındaki bozulma ve işsizliğin artması gelir. Bu süreç hem dünyadaki ülkeler arasında hem de ülkelerin kendi içerisinde zengin ve yoksullar arasındaki eşitsizliği arttırarak kutuplaşmayı daha da derinleştirmektedir. Zenginler daha da zenginleşirken fakirler giderek yoksullaşır. Tabi ki bu zenginlikten faydalananlar eğitim seviyesi yüksek, kaynaklara ulaşabilen ve sermayeyi elinde bulunduranlardır. Geriye kalanlar ise Türkiye’de özellikle 80’lerden bu yana uygulanan neoliberal iktisat politikaları sonucu olarak giderek daha fazla eşitsizliğe, düşük ücretli, sosyal haklardan yoksun kötü iş koşullarında çalışmaya, hızla artan bir yoksulluğa ve şiddete maruz kalmakatadırlar. İşsizliğin yaygınlaşması esnek işgücünü doğurmuş, bu da ücretlerin esnekleştirilmesine yol açmıştır. Bugün belirtilen verilere göredünyanın en zengin 200 kişisinin servetleri toplamı, dünya nüfusunun en yoksul % 41′inin (dünya nüfusunun 6 milyar dolayında olduğu düşünüldüğünde, bu oran yaklaşık 2.5 milyar kişiye karşılık gelmektedir) sahip olduğu gelirden daha fazladır.
Kadına Yönelik Küresel Ekonomik- Sosyal ve Kültürel Hak İhlallerine dair bazı veriler:
- Dünyadaki yoksulların % 70 i kadınlardır.
- Toplam işgücünün 2/3 ü kadınlardır.
- Günlük çalışma süreleri erkeklerden % 25 daha uzundur.
- Dünya gelirinin sadece yüzde 10 u kadınlara ait.
- Dünyanın tüm mal varlığının %1 i kadınların.
- Dünyada okuma yazma bilmeyen yetişkinlerin neredeyse üçte ikisini kadınlar oluşturuyor. (UNESCO)
- İlkokul eğitimi elinden alınan çocukların üçte ikisini kız çocukları oluşturuyor. (Jubilee Debt Campaign)
- Her yıl 15–19 yaşları arasında yaklaşık 14 milyon kız çocuğu doğum yapıyor. (UNFPA)
- Dünyadaki mültecilerin yüzde 80’i kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. (BMMYK)
Son yıllarda sıklıkla üzerinde durulan bir kavram olan “yoksulluğun kadınlaşması kavramı ilk kez 1995’te 4. Dünya Kadın Konferansı Eylem Planı’nda yer almıştır. Bu kavram, kadınların yoksulluğa daha çok maruz kaldığını ve yoksulluktan daha çok etkilendiğini ifade eder. Yukarıda bahsettiğim küreselleşmenin yarattığı olumsuzluklar toplumumda var olan cinsiyet eşitsizliği nedeniyle en çok kadınları etkiler ve hanelerin yoksullukla mücadelesinde de en büyük fedakarlık kadınlara düşmektedir, daha doğrusu düşürülmektedir.
Eğitim açısından erkeklerden daha geri konumda olan kadınlar kayıt dışı sektörlerde güvencesiz koşullarda ve düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Bu kadınlar ne yazık ki hiçbir sigorta ve sosyal güvence hakkına erişemiyor. Ayrıca giderek artan işsizlik ortamında kadınların iş bulma oranı da git gide düşüyor. Kimi zaman yalnızca iş bulmak ve ailesini geçindirmek için bu kadınlar göç etmek zorunda bile kalıyor. En vahşi sonuçlarından biri de haneiçi yoksullukla mücadelede kadın ve kız çocuklarının şiddete daha fazla maruz bırakılmasıdır; çünkü örneğin beslenme, barınma ve giyimde tasarrufa giderek kadının temel gereksinimlerinin karşılanmaması ya da kadının sağlık masraflarının kısılması ya da kız çocuklarının zaman zaman imkansızlıklar sonucu okuldan alınarak eğitiminin yarım bıraktırılması aslında birer şiddet örneğidir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ve kadının toplumdaki konumunu iyileştirmek için yapılması gereken şey, geçici istihdam koşulları yaratmaktan öte makro ölçekli sosyal ve ekonomik politikalar üreterek bunların eksiksiz bir şekilde yürütülmesini sağlamaktır.
Yararlanılan kaynaklar:
Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün 2008 yılında hazırladığı “Politika Dokümanı Kadın ve Yoksulluk “ belgesi
www.bianet.org
www.tuik.gov.tr

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDEN SEVMEYE BU KADAR İHTİYAÇ DUYAR?

İnsan neden birini sevmeye bu kadar ihtiyaç duyar? Aslında belki sevgisiz de yaşayabiliriz ama bu çok anlamsız bir hayat olmaz mı? O yüzden, sevgiyi erteleyen insan hayatındaki boşluğu doldurmak için işkolikmişcesine işine sarılmaz mı? Her anını bitmek tükenmek bilmez sorumluluklarla doldurmaz mı ya da kendini o bir türlü tanımlayamadığı topluma adamaz mı? Birini sevmek isteriz çünkü hepimizin bir “neden”e ihtiyacı var. Çünkü “tek” kişiyseniz siz hala, dışlanacağınız ya da “yarım” hissedeceğiniz çok an vardır hayatta. Sinemaların 1 alana 1 bedava kampanyalarında diğeriniz eksiktir. Şehir fırsatlarının çift kişilik odalarında yalnızsınızdır. Evdeki battaniyeler çift kişilikse ısınamazsınız. Bir şiir yazacaksanız boşlukları doldurmanız gerekir. Yazılarınızda yan anlamlar gerekir. Mektuplarınızın bir “alıcı”ya ihtiyacı vardır. Bir mağazada kıyafet denediğinizde fikrini soracağınız biri lazımdır satış danışmanları dışında. Çalar saat dışında sizi uyandıracak biri olması gerekir. Pasta ...

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruh...

Roman Kuramına Giriş

Ayrıntı Yayınları’nın Sanat ve Kuram dizisi kapsamında okuyucularla buluşan Roman Kuramına Giriş, eserin başlığında verilen ipucundan çok daha fazlasını sunuyor okuyucuya. Roman ve roman kuramları üzerine belli bir sınıflandırma ve portre oluşturma motivasyonundan uzak durulduğu kitap, roman üzerine yapılan düşünsel ve teorik argümanları merkezine alıyor. Zekiye Antakyalıoğlu’nun ifadesiyle de roman, “Roman nedir?” sorusunun cevabına sahip olmayan ve “tanımlanmaya, sınıflandırmaya direnen bir kurgusal anlatı biçimidir”. Bu açıdan bakıldığında, kitabın bir edebiyat kuramı veya akademik bir kaynak olmasından ziyade “roman okuyucusu” için yazıldığı unutulmamalıdır. Düşünsel tartışmaların yanı sıra kuramsal bir tabana da sahip olan çalışma, özellikle roman okuyucusunun bu kitabı okumasını amaçlıyor. Özetle, Roman Kuramına Giriş ’in bu yönüyle belki de akademinin her alanı için örnek niteliğinde bir kitap olduğunu belirtmekte fayda var. Kitabın bölümlerine bakıldığında “Tanımını...