Ana içeriğe atla

Toplumsal Bir Cinsiyet Yaratmak – Cansu Karagül


Nötr bir cinsten nötr olmayan bir toplumsal kimlik kurmak, hem bireysel olarak hem de sosyal olarak. Ceninin anne karnına düştüğü andan itibaren sosyalize edilmesidir kadın ya da erkek olmak. Ya da erkek olmak ya da “erkek olmamak”.
Akabinde mezun olduğum bitirme projemin konusuydu erkek çocuk annelerinin çocuğun sosyalizasyon sürecindeki konumları ve tutumları ve tabii deneyimleri de. Bir kez daha gördüm nasıl öğretildiğini cinsiyetlerimizin ve ne kadar da içselleştirdiğimizi toplumsal rollerimizi. Ben bu yazıda yalnızca araştırma bulgularından değil, kendi görüşlerimden de yola çıkıyorum.
Önce anne karnındayken alınır elbiselerimiz ve oyuncaklarımız. Pembe ya da mavi, bebek ya da araba. Sonra odalarımız dizayn edilir yatağın şeklinden, duvarın renginden, halısına, perdesine ve duvar sticker’larına kadar. Erkek çocuksanız daha doğmadan kıvanç kaynağısınızdır babanız için. Nasıl olsa soyunu devam ettireceksinizdir. Hem ilk hem de kız doğacaksanız onun da “gideri var”dır, bazen ufak bir hayal kırıklığı yaratırsınız; ama sağlıklı olmanız yeter. “Kısmetse ikinci çocukta” derler. Ve doğarsınız aslan parçası ya da uslu bir kız olarak. Baba hayal eder oğluyla vakit geçirip top oynamayı ya da balığa gitmeyi, anne hayal eder kızını cicili bicili giydirmeyi ve birlikte alışverişe gitmeyi.
Öğretirler cinsiyetlerinizin birbirinden farklı olduğunu, kız çocukta “eksik bir şey” olduğunu. “Öğretilmiş yönelim”dir işte bunun adı. Ve ergenliğe ilk adımı atarsınız. Kızınki tokatla ödüllendirilir. Erkeğinkinde davullar tıngırdatılır, zurnalar öttürülür, kınalar yaktırılır, mevlidler okutulur. O artık “tam bir erkek”tir. “Yürü ya kulum” derler. Ondan sonrası erkeğin elinin kiridir. Kız çocuğunun “tam bir kadın” olması için ise, daha uzun bir süre gerdek gecesini beklemesi gerekmektedir.
İki çocuktan erkek olansanız ders çalışmanız ya da ara sıra bakkala gidip ekmek ve süt almanız, bazen de torba taşımaya yardım etmeniz yeter. Biraz da evi darmadağın etmezseniz tadından yenmez. Kız çocuksanız bunlara ek olarak mutfağa girip yemek yapmayı, evi çekip çevirmeyi de bilmeniz gerekir. Yoksa ileride nasıl yürütürsünüz evliliğinizi.. Maazallah ne biçim ev kadını ya da ne biçim eş derler, dillere düşer, elaleme rezil edersiniz kendinizi. İsterler ki anneler el bebek gül bebek büyüyen, üzerine titredikleri oğullarını “el kızı” üzmesin. Kocanızın karnını iyi doyurabiliyorsanız, “gelin hamarat çıktı, evlilik oğluma yaradı” diye el üstünde tutulursunuz. Yok eğer bunun tam aksiyse, “oğluma iyi bakamadı bu kız, beceriksiz çıktı” diye yerden yere vurulursunuz. Kayınanneniz bunu “emanete hıyanet” gibi algılar; bunca yıllık sermayesi iyi işletilememiştir sanki. Kadınsanız, kimse kocanızı suçlamaz. Eve ekmek getirdiği halde pişirip yiyemiyorsanız bu sizin suçunuzdur. Zaten kocanızdan sırtınızı sıvazlamasını beklememeniz gerekir, bu işi yapmak sizin görevinizdir.
Evlilik “error” veriyorsa ya da başarısızlıkla sonuçlandıysa, bu başarısızlık kadınındır. Bir kadın olarak oturup düşünmeniz gerekir “ben nerede yanlış yaptım” diye; çünkü dememiş midir atalarımız ve öğretmemişler midir size “yuvayı dişi kuş yapar” diye! Keza, aldatılırsanız da oturup düşünmeniz gerekir “kocama yeterli olmak için elimden geleni yaptım mı” diye; ama siz asla aldatamazsınız. Bedeniniz sizin değil sizden başka herkesindir. Etrafınızda namusunuzdan sorumlu onlarca insan vardır. Başta eşiniz olmak üzere, hem kendi ailenizin hem de eşinizin ailesinin şerefi iki paralık olur. Zira aldatmak, “erkekliğin şanı”ndanken, sizin şanınızı yerle bir eder.
Kadın topraktır, erkek tohumlarını saçar ve bir millet sizden “hayırlı” evlat ister ve analık kutsaldır. Anne olmak zor zanaattir. “Hayır” denilen şey ne ise onu aşılamak gerekir erkeğe ve kadın “şer”den geri çekmelidir kendini de, yeni nesilleri de. “Erk” öğretilmelidir erkeğe, kadınınsa boyun eğdirilmesi gerektiğine. Gönderilmelidir erkek askere erkeğe en yaraşır ve en şanlı şekilde. Minnet edilmelidir vatani görevini yerine getiren o vatan bekçilerine. Ve “çürük” meyveler marjinalize edilmelidir “yeterince erkek olmadıkları” gerekçesiyle.
Aslında karmaşıktır kadınlık da erkeklik de ve zordur her iki taraf için de. İçselleştirmek ve transfer etmek gerekir tüm bu değerleri her yeni cenine ataerkil ya da hegemonik denilen bu sistemde.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yanlış Bir Türkiye Doğru Yaşanmaz

İçinden geçtiğimiz günler aşikâr. Günlerdir, “ne yazacağım” ile, “yok yok, kafamı toparlayamıyorum” cümleleri peş peşe sıralanıyor. Derken, birden bir şimşek parlıyor ve ak sakallı ilham ninesi aklımı çeliyor. Bilinmeyenli bir denklemi çözmeyeceğime göre, diyorum, bildiğimiz şeyleri sıralayayım. Gezi’den bu yana her gün kara kara düşündüğümüz ve düşün düşün bir türlü işin içinden çıkamadığımız şeylerin bir kez daha üzerinden geçmek istiyorum. Tünelin sonundaki karanlığın resmini çizmek gibi sado&mazo bir niyet güdüyorum. Geçen yıla kadar baĞzı şeyler hâlâ hayalken (kâbusken demek daha doğru aslında), hayal gibi gözüken her şeyi mümkün kılan iktidarın kudreti hepimizin yüzüne günbegün tokat gibi çarpıyor ne yazık ki. Bizler, “gülmek devrimci bir eylemdir” derken aslında olan şey bir darbeydi bu ülkede. Kurumlarıyla, organlarıyla, hukukuyla, rejimiyle, insanıyla topyekûn “yeni” bir Türkiye var karşımızda. Elbette yıllardır önümüze konan ve hepimizi zehirleyen yemek aynı, asl...

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruh...

Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor

Bir ilişkiyi sonlandırmak, yeni bir ilişkiye başlamak kadar zor gelir insana; çünkü her bir yeni ilişki, yeni heyecanlar, yeni tatlar, yeni hazlar anlamına olduğu kadar yeni kırgınlıklar, yeni yılgınlıklar, yeni vedalar anlamına da gelir. Her yeni başlangıç yeni bir potansiyel ayrılıktır aynı zamanda. Bazen eskilerin hayaleti öyle dadanır ki zihnimize, başından çok sonuna odaklanırız ilişkilerin de: “Ya bu da öyle biterse?” Bu evham bazen kalbimizi öyle körleştirir, öyle köreltir ki içimizi, yeni insanlardan, yeniden sevmelerden, yeniden alışmalardan ölesiye korkarız. Nerede bize yakılan bir yeşil ışık görsek, ardımıza bile bakmadan tünelin karanlık ucuna doğru hızla depar atarız. Kimi zaman tamamen farkında kimi zamansa tamamen istem dışı olarak iteriz ayağımıza kadar gelen mutluluk fırsatını. Yeni bir yenilginin korkusu öylesine felç eder ki bizi, adım atamaz hale geliriz. Beckett’in şu ünlü, “ Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil .” s...