Ana içeriğe atla

Biz Yalarız Tükürdüklerimizi De.. – Cansu Karagül


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz ay deprem felaketinin yaşandığı Kütahya’nın Simav ilçesindeki konuşmasında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu kast ederek, “ ‘Arkadaşlarımız yemin etmedikçe 4 yıl da olsa yemin etmeyeceğiz’ dediler. Bu sözü unutmayın. Bak açık söylüyorum; bu tükürdüklerini yalayacaklar.” demiş. Bu sözün hedefinde yalnızca CHP değil, tüm boykotçular var elbette.
Bu bir temenni mi, tahmin mi yoksa abaya bile gerek görmeden sopa göstermek mi?
Başbakanın söyledikleri kısaca şu şekilde:
“Millet size görev verdi. Git mecliste çalış dedi. Sokaklarda git de yaygara yap demedi… Neymiş başbakan bize yardımcı olsun. Başbakan sana niye yardımcı olsun. Bu ülke bir hukuk devleti. Siz bu işin olmayacağını bile bile bunu yaptınız. Yasaları delmek için bunu yaptınız. Zannettiniz geçmişte bir iki kişiye yapılan bize de yapılır. Yargı böyle bir karara evet demedi. O zaman yapmanız gereken şey gelip o yemini yapacaksınız…”
Peki ama millet, Ergenekon, Balyoz ya da KCK davalarından “tutuklu bulunan” milletvekillerine de oy verdi, onlara da görev verdi, “git mecliste çalış” dedi. Şimdi bu milletvekillerinin tutukluluk hallerinin sürmesi oy katlidir ve suçluluğu hükmen sabitlenmemiş bu kişilere “suçlu” demek ve suçlu muamelesi yapmak kimsenin haddi değildir. Bu vekillerin TBMM’ye gelmelerini engellemek ya da Hatip Dicle’de olduğu gibi, milletvekilliğini düşürüp halkın oy vermediği birini – Oya Eronat’ı – onun yerine getirmek hem bu insanların siyasi katılım hakkını engellemektir, hem de seçmenin iradesini yok saymaktır. Temel insan haklarına aykırı bu duruma karşı tepki göstermek doğal bir hak olduğu kadar bir insanlık vazifesidir de. Bu demokratik hak arayışını “yaygara” olarak yorumlamak mıdır %50’yle iktidara gelen AKP’nin “ileri demokrasi” anlayışı? Eğer öyle ise, bu “yaygara” anlayışı, hakkını arayan herkesin kolundan sürüklenerek tutuklanmasını çok güzel açıklıyor ve eğer öyle ise, bir “demokrasi açılımı” elzemdir önümüzdeki günlerde.
“Siz bu işin olmayacağını bile bile bunu yaptınız. Yasaları delmek için bunu yaptınız.” diyor başbakan. Benim anlamadığım, yasal hiçbir engel yokken ve bu isimler aday oluyorken neredeydi yargı? Nihayetinde, 12 bağımsız adayın milletvekilliği adaylıkları iptal edilmişti. (Neyse ki YSK çok geç kalmadan tükürdüğünü yalamıştı.) Eğer söz konusu tutuklu vekillerin konumları da adaylıklarına engel teşkil ediyor idiyse pek tabii onlar da veto yiyebilirdi. Peki neden o zaman müdahale edilmedi bu duruma da şimdi ediliyor? Bebeğin ağzına emziği değdirip geri çekmek gibi bir şey bu.
Siyasi suçtan yargılanan insanların isimleriyle bir katilin – Ogün Samast – ismini aynı cümlede kullanabilen Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında aklıma – bilemiyorum yalnızca bana mı verir- en çok durgunluk veren cümle ise şu: “Zannettiniz geçmişte bir iki kişiye yapılan bize de yapılır.” Bu cümledeki gizli özneler kimlerdir acaba? Geçmişte hangi şekillerde, hüküm giymiş ya da yargılanma süreci devam eden kişiler aday olup üstüne bir de meclise girebilmiştir? Veya geçmişte buna izin veren yargı, şimdi neden yalnızca şüpheli konumunda olduğu halde, oy veren vatandaşları da yok sayarak, bu vekillerin fiili tutukluluk hallerini kaldırmamakta ısrar ediyor? Bu noktaları çok iyi irdelemek lazım..
Bu ülkede yargı bağımsızlığa kavuşup, hukuk mekanizması da sağlıklı bir şekilde işler hale gelsin, tutukluluk halleri kaldırılıp temel insani hakları olan siyasi katılım hakkı verilsin tutuklu milletvekillerine de, biz tükürdüğümüzü de tükürmediğimizi de yalamaya razıyız.. Hem o zaman yalnızca Meclisi boykot edenler ve yemin etmeyenler değil, tüm lise ve üniversiteliler, öğretmenler, emekliler, çiftçiler, işçiler, işsizler, yoksullar, kadınlar, sağlık çalışanları ve daha nicesi “tükürdüğünü yalar”; çünkü bu, bazen koskoca bir erdemdir sanılanın aksine. Herkese de tavsiye etmek gerekir yeri geldiğinde.. Mesela suçsuzluğu kanıtlanan ya da “yanlışlıkla” tutuklanan insanlar hakkındaki dayanaksız iddiaları, polisin Hopa’da ölümüne sebebiyet verdiği Metin Lokumcu’nun arkasından yapılan suçlamaları, Nuray Mert’e, Abbas Güçlü’ye ve daha birçok gazeteci, televizyoncu, yazar ve düşünüre söylenen hakaretleri ve tehditleri de yalasa birileri gerçekten çok şükela olurdu..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDEN SEVMEYE BU KADAR İHTİYAÇ DUYAR?

İnsan neden birini sevmeye bu kadar ihtiyaç duyar? Aslında belki sevgisiz de yaşayabiliriz ama bu çok anlamsız bir hayat olmaz mı? O yüzden, sevgiyi erteleyen insan hayatındaki boşluğu doldurmak için işkolikmişcesine işine sarılmaz mı? Her anını bitmek tükenmek bilmez sorumluluklarla doldurmaz mı ya da kendini o bir türlü tanımlayamadığı topluma adamaz mı? Birini sevmek isteriz çünkü hepimizin bir “neden”e ihtiyacı var. Çünkü “tek” kişiyseniz siz hala, dışlanacağınız ya da “yarım” hissedeceğiniz çok an vardır hayatta. Sinemaların 1 alana 1 bedava kampanyalarında diğeriniz eksiktir. Şehir fırsatlarının çift kişilik odalarında yalnızsınızdır. Evdeki battaniyeler çift kişilikse ısınamazsınız. Bir şiir yazacaksanız boşlukları doldurmanız gerekir. Yazılarınızda yan anlamlar gerekir. Mektuplarınızın bir “alıcı”ya ihtiyacı vardır. Bir mağazada kıyafet denediğinizde fikrini soracağınız biri lazımdır satış danışmanları dışında. Çalar saat dışında sizi uyandıracak biri olması gerekir. Pasta ...

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruh...

Roman Kuramına Giriş

Ayrıntı Yayınları’nın Sanat ve Kuram dizisi kapsamında okuyucularla buluşan Roman Kuramına Giriş, eserin başlığında verilen ipucundan çok daha fazlasını sunuyor okuyucuya. Roman ve roman kuramları üzerine belli bir sınıflandırma ve portre oluşturma motivasyonundan uzak durulduğu kitap, roman üzerine yapılan düşünsel ve teorik argümanları merkezine alıyor. Zekiye Antakyalıoğlu’nun ifadesiyle de roman, “Roman nedir?” sorusunun cevabına sahip olmayan ve “tanımlanmaya, sınıflandırmaya direnen bir kurgusal anlatı biçimidir”. Bu açıdan bakıldığında, kitabın bir edebiyat kuramı veya akademik bir kaynak olmasından ziyade “roman okuyucusu” için yazıldığı unutulmamalıdır. Düşünsel tartışmaların yanı sıra kuramsal bir tabana da sahip olan çalışma, özellikle roman okuyucusunun bu kitabı okumasını amaçlıyor. Özetle, Roman Kuramına Giriş ’in bu yönüyle belki de akademinin her alanı için örnek niteliğinde bir kitap olduğunu belirtmekte fayda var. Kitabın bölümlerine bakıldığında “Tanımını...