Türkiye televizyonlarında hatırı sayılı
bir avuç dizi kaldı ve müthiş de kemikleşmiş bir kitleleri var. “Ben hiç televizyon
izlemem” diyenler bile kendilerinden taviz vermek uğruna ısrarla, inatla
izlemeye, RTÜK’ten, hatta daha tepeden gelen tüm baskılara direnmeye ve
dizilerine sahip çıkmaya kararlı. Leyla ile Mecnun, Behzat Ç, İşler Güçler ve
Şubat şu an benim bildiklerim ve sayabileceklerim. İzleyen insanlara
baktığımızda kentli, eğitimli, çoğunluğu gençlerden oluşan ve orta sınıf
mensubu insanlar görürüz. Bu kitle için gerek sisteme karşı duruşlarına kulak
veren, bunu yaparken de belli bir kaliteyi ve tadı yakalatan diziler yukarıda
saydıklarım. Tüm bunların yanı sıra, sosyal medyanın her an aktivistliğe hazır
ruh haliyle, dizi esnasında kullandıkları hashtag’lerle ‘tweet setter’ olma
gücünü de ellerinde bulunduruyorlar.
Dün akşam bunun çok güzel bir örneğini
Leyla ile Mecnun’un #arabeskyasaklanırsa vurgusuyla gördük. Hashtag dün
akşamdan beri hala trend list’te birinci sırada ve pek çok insan sosyal medyada
bu etiket altında tepkisini ya da desteğini göstermeye devam ediyor. Leyla ile
Mecnun, başladığı günden bu yana karşı-kültürel duruşuyla tüm izleyenlerin
kalbini 12’den vuran bir dizi. Üstelik bunu Trt1 gibi bir devlet kanalında icra
etmeye cesaret gösteriyor. İlk bölümden beri Mecnun’un cep telefonu melodisi
başta olmak üzere, odasının duvarındaki Ferdi Tayfur posteriyle, aşk acısı
çektiği ve diğer hüzünlü sahnelerde hem Ali Atay’ın kendisinden dinlediğimiz
hem de fonda duyduğumuz müzikler, dizinin “beyaz Türk” kültürüne karşı kara
koyun gözükme çabasının en güzel örnekleri.
Herkesin izlediği üzere dün akşamki bölüm
baştan sonra Fazıl Say zihniyetine baştan sona sağlam bir giydirme
niteliğindeydi. Fazıl Say arabesk hakkında sarf
ettiği cümleler nedeniyle toplumun farklı kesimleri tarafından baya ağır topa
tutulmuştu.
“Arabesk müzik, arabesk yaşam tarzının
betimlemesidir. Aydınlığın, çağdaşlığın ve öncülüğün, sanatçılığın sırtına
külfettir. Emek karşıtıdır, duyarsızlıktır ve yaratamamaktır! Etik dışı “yalan
dolanla” doludur. Ortadoğu işi, 3. sınıf, acındırmaca, tembellik,
yeteneksizlik, rant, çamur, muallaklıklar üzerinden yaşar. (…) Türk halkının
arabesk yavşaklığından utanıyorum, utanıyorum, utanıyorum.”
Say bu sözleriyle, Türkiye’nin
Tanzimat’tan bu yana içinden çıkamadığı alaturka-alafranga ikili karşıtlığında
hegemonik kültürün tarafında olduğunu gösteriyordu. Elbette burada tek başına
ne Fazıl Say’ı, ne Müslüm Gürses-Ferdi Tayfur-Orhan Gencebay’dan oluşan Üç
Babalar’ı tartışmak çok sığ bir yaklaşımdır. Mesele boydan boya bir sınıf ve
kültür (yaşam tarzı, beğeniler, tercihler vs.), yani zihniyet çatışmasıdır. Bu
ülkede Cumhuriyet’ten bu yana “çağdaş” olmanın tek ölçütü neredeyse tek başına
“Batı” kabul edilmiştir. Batılı değerleri benimsemiş bireylerden oluşan bir
millet ise Cumhuriyet projesinin en temel hedeflerinden olmuştur. Batı
standartları dışında kalan kesim ise “kıro, yobaz, yoz, zevksiz, kaderci, cahil”
gibi sıfatlarla hep ötelenmiş ve Beyaz Türkler tarafından tehdit olarak
algılanmıştır. İşte Fazıl Say’ın bu cümleleri Türk “aydın”ının ve bir nevi sınıf
faşizminin bakış açısının somutlaşmış ve dışa vurmuş halidir.
Arabesk, bu ülkede 50’lerle birlikte kırdan kente göç eden
emekçi kesimle yayılan ve yaygınlaşan, “çevre” konumuna rağmen bir anda
merkezin ortasına taşınan bir müziktir. Türkiye’nin çapraşık modernleşme serüveninde
halkın özlemlerini, kadere isyanını, çaresizliğini dile getirmiştir. Buna
rağmen, teslim olma ve vazgeçme değil, bu insanların sisteme direnme, hayata
tutunabilme hayallerine ve inancınadır vurgusu. Dolayısıyla Fazıl Say’ın iddia
ettiği gibi “emek karşıtı” asla değildir ve “acındırmaca,
tembellik, yeteneksizlik, rant, çamur, muallaklıklar” üzerinden de yaşamaz.
Arabesk hem protestlik hem sisteme direnme bağlamında kendine özgü bir
yaratıcılık taşır. Elbette 50’lerle başlayan serüveninden bu yana emekçi
kesimin yanında olma niteliği ve protest duruşu her dönem, onu benimseyen ve
kendine mal eden sınıf sayesinde dönüşüme uğramıştır; ama belli kesimlerin
hedefi olma özelliğini hala kaybetmemiştir.
Bunlara ek olarak üzerinde
durulması gereken diğer nokta ise, arabeskin günümüz toplumunda geldiği nokta.
Leyla ile Mecnun, “Arabesk müzik dinlemek vatan hainliğidir.
Böylesine iğrenç bir şeyi dinlemek tamamen vandallıktır. İnsanlarımızı bu
lümpenlikten kurtararak, layık olduğu ileri medeniyetler seviyesine
ulaştıracağız. Buna karşı duran kişilere en ağır yaptırımları uygulamaktan
kaçınmayacağımızı da belirtmek isterim...” sözleriyle hâkim kültürün karşısına dikildi dikilmesine, ancak
günümüzde arabeskin de hâkim kültür konumuna gelmediğini kim iddia edebilir?
Arabesk, gecekondulardan, dolmuşlardan çıkalı çok oluyor. Son yıllarda orta ve
üst sınıf bu müziği öylesine sahiplenip kendine mal etti ki tıka basa dolan açık
hava konserleri, arabesk cover’ları, çok satan albümler, en lüks yerlerde çıkan
solistlerimizin dillerine pelesenk ettiği ve dinleyenlerin de baştan sona
ezbere bildiği şarkıların bolca alkış aldığı bir yerde arabesk hiç de “çevre”
sayılamaz artık. Biraz daha ileri gidersek, arabesk ve L&M’nin kaderini
birbirine benzetmek de mümkün. İkisi de başlarda marjinal bir konumda iken,
onları sahiplenen toplumsal grubun sınıfsal konumuyla merkeze yerleştirilmiş
durumda. Belki de arabesk ve L&M’nin yoldaşlığı buradan geliyordur kim
bilir. Zira Twitter’daki #arabeskyasaklanırsa etiketiyle tweet atanlarla Fazıl
Say’ı topa tutan kesim birbirinden pek de farklı gözükmüyor..
http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/arabesk-yasaklanirsa-7967
Yorumlar
Yorum Gönder