Ana içeriğe atla

Gitmeyen bir kedi var mı?

2013’ün ilk ayında Ferit Edgü’nün kaleminden taşan iki kitap yayımlandı. Biri Sel Yayıncılık’tan çıkan ‘Selma Gürbüz İçin Üç Yazı’, diğeri ise Notos Kitap’ın Edgü ve öykü severlerle buluşturduğu ‘Giden Bir Kedinin Ardından’.


‘50 Kuşağı’ yazarlarından olan Ferit Edgü bugüne dek öykü, şiir, roman ve deneme türlerinde, farklı dillere de çevrilmiş olan, pek çok yapıta imza attı. İsminin zaman zaman birlikte anıldığı Demir Özlü gibi, Edgü de yazdıklarında bireyin dünyayla olan müsabakasında yaşadığı karamsarlık, umutsuzluk, tıkanma, yabancılaşma, yalnızlık gibi duyguları yine bireyselliğin varoluşçu sesiyle kaleme aldı.

Defter hissi veren kitap

Beş bölüm ve otuz kısa öykücükten oluşan ‘Giden Bir Kedinin Ardından’Ferit Edgü okuru için her zamanki misafirperverlik ve içtenliği sunuyor. Kitaptaki öyküler laf kalabalığından uzak, betimlemelerden arınmış, yalın ve abartısız bir dile sahip. Anlar ve durumlara odaklanan Edgü’nün minimal öyküleri, vaktimizi koşarak geçirdiğimiz bu yorucu hayatta az, ama yoğun cümleler sayesinde kısacık bir vakitte upuzun soluk almamızı sağlıyor. Kitabın ciltli kapağı, iç tasarımı, sayfa yapısı ve daha pek çok unsur, elinizde sıradan bir öykü kitabı değil de bir günlük ya da tamamen size ait kişisel bir defter taşıdığınız hissi uyandırıyor. ‘Giden Bir Kedinin Ardından’, her yönüyle okurken insanın suratında tuhaf bir gülümsemeye, yer yer de hem yazarın, hem de okurun delik ceplerinden düşürdükleri taşlara takılıp sendelemelerine neden olan kitaplardan biri.
‘Zaman’, ‘korkular’, ‘ölüm’,’kaçmak’, ’kalmak’, ’uzaklaşmak’, ’gitmek’, ’ardında bırakmak’, ’kaybetmek’ ve ’ölmek’ gibi temaların ağırlıklı olduğu öyküler hayatımızdan geçip giden, beklenen ve gelmeyen birilerine ya da gelen ama yine gidenlere, aslında en temelde bize dair ve ait hikâyelere değiniyor. ‘Giden Bir Kedinin Ardından’ın, Edgü’nün kendisiyle birlikte taşıdığı Beckett’ten, Borges’ten, Kafka’dan, Tolstoy’dan, Rimbaud’dan, Orhan Veli, Dostoyevski veyahut Onat Kutlar’dan ve daha nicelerinden ödünç aldığı çok şey var. Geleceğini bildiğimiz, beklediğimiz, kimi zaman kazanıp kimi zaman habersiz bir şekilde yitirdiğimiz insanlar, duygular, eşyalar, kavramlar var Edgü’nün öykülerinde. Kitap, insanın kendinden bile, hatta belki en başta kendinden, kaçmak istediği bu dünyada sığınacak, saklanacak, Edgü’nün de yazarak kendine yarattığı sessiz ve sakin bir ‘in’ sunuyor sığınanlara.

Giden Bir Kedinin Ardından
Ferit Edgü
Notos Kitap
110 s.

Daha önce gittiğimiz veya gitmediğimiz, tanıştığımız ya da tanışmadığımız, hatırladığımız ya da unuttuğumuz şeylerin peşinde gibi hissediyoruz biz de okurken. Öyküler, içine o denli girilebilmeye açık ki, sanki öykülerin yarattığı ya da ait olduğu dünya usta bir ressamın fırçasıyla çizilmiş ve çizerken bize de o tabloda kendimizi dâhil edebileceğimiz bir yer ayırmayı unutmamış. Öyküleri okurken bize de hastane odasındaki bir “Dost”uz, “Ölüler”le dolu bir evde büyükbabayla konuşuyoruz, ölümünden önce “Baba”sını son kez gördüğü marangozhanedeyiz. Hatta Nuh’un teknesinde ya da “Fotoğraflar”la dolu bembeyaz atölyede kilitliydik biz de veya hayata son kez göz kırpıyorduk ‘Giderayak’. Münir Bey ile Bella’nın hikâyesini okurken arkada oynayan Muhsin Bey’i izliyoruz bir yandan sanki.

Moşe ile Edgü’nün hikâyesi

Kitaba da ismini veren ‘Giden Bir Kedinin Ardından’, Bodrum’da 1980’de hayatının kesiştiği ve dostları Bilge Karasu ya da Tomris Uyar gibi bir kedi-sever olmayan adamın yıllarca annelik ettiği ve hayatının belli bir dönemini adadığı bir kedinin, Moşe ile Edgü’nün hikâyesi. Aslında hayatımıza istemediğimiz halde ansızın dâhil olup, yıllarca birlikte bir hayat paylaşıp sonra vakti gelince de kopmak zorunda olduğumuz herkes ya da her şeyden biri Moşe. Hastalıklı bir şekilde bağlandığımız, sabırsızlıkla beklediğimiz, yokluğunda huzursuzlandığımız, her adımda onun mutluluğunu düşündüğümüz, ‘sağ elimizin o işe yaramaz sandığımız serçe parmağı’nın bile işe yaradığını hissettiren herhangi bir canlının öyküsü. Zira Edgü, ‘hayvanları insan, insanları hayvanmış gibi’ yazdığını başka bir öyküde açıkça dile getiriyor.
‘Giden Bir Kedinin Ardından’, izlerini taşıdığımız, kendimizden ve hayatlarımızdan bazı kesitlerle karşılaşma ve anlatılarla tanışık hissetme hissini fazlasıyla sunsa da, kimi satırlarda da okurun biraz misafir olduğu duygusunu hatırlatmayı ihmal etmiyor. Bencilce sahiplenilmiş, paylaşıma kapalı, yalnızca yazarına ait anılardan oluşan kimi satırlar, yazma eyleminin her şeye rağmen barındırdığı dışlayıcılığın silik izlerini taşıyor. Yine de, ne olursa olsun, ‘Giden Bir Kedinin Ardından’ hemen her okuyanın, öyküler arasında yabancılık hissetmeden kendini salıvereceği ve ele alındığında tüm ‘korkuları geçirecek’ türden bir kitap.




Kaynak: Agos Kirk

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yanlış Bir Türkiye Doğru Yaşanmaz

İçinden geçtiğimiz günler aşikâr. Günlerdir, “ne yazacağım” ile, “yok yok, kafamı toparlayamıyorum” cümleleri peş peşe sıralanıyor. Derken, birden bir şimşek parlıyor ve ak sakallı ilham ninesi aklımı çeliyor. Bilinmeyenli bir denklemi çözmeyeceğime göre, diyorum, bildiğimiz şeyleri sıralayayım. Gezi’den bu yana her gün kara kara düşündüğümüz ve düşün düşün bir türlü işin içinden çıkamadığımız şeylerin bir kez daha üzerinden geçmek istiyorum. Tünelin sonundaki karanlığın resmini çizmek gibi sado&mazo bir niyet güdüyorum. Geçen yıla kadar baĞzı şeyler hâlâ hayalken (kâbusken demek daha doğru aslında), hayal gibi gözüken her şeyi mümkün kılan iktidarın kudreti hepimizin yüzüne günbegün tokat gibi çarpıyor ne yazık ki. Bizler, “gülmek devrimci bir eylemdir” derken aslında olan şey bir darbeydi bu ülkede. Kurumlarıyla, organlarıyla, hukukuyla, rejimiyle, insanıyla topyekûn “yeni” bir Türkiye var karşımızda. Elbette yıllardır önümüze konan ve hepimizi zehirleyen yemek aynı, asl...

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruh...

Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor

Bir ilişkiyi sonlandırmak, yeni bir ilişkiye başlamak kadar zor gelir insana; çünkü her bir yeni ilişki, yeni heyecanlar, yeni tatlar, yeni hazlar anlamına olduğu kadar yeni kırgınlıklar, yeni yılgınlıklar, yeni vedalar anlamına da gelir. Her yeni başlangıç yeni bir potansiyel ayrılıktır aynı zamanda. Bazen eskilerin hayaleti öyle dadanır ki zihnimize, başından çok sonuna odaklanırız ilişkilerin de: “Ya bu da öyle biterse?” Bu evham bazen kalbimizi öyle körleştirir, öyle köreltir ki içimizi, yeni insanlardan, yeniden sevmelerden, yeniden alışmalardan ölesiye korkarız. Nerede bize yakılan bir yeşil ışık görsek, ardımıza bile bakmadan tünelin karanlık ucuna doğru hızla depar atarız. Kimi zaman tamamen farkında kimi zamansa tamamen istem dışı olarak iteriz ayağımıza kadar gelen mutluluk fırsatını. Yeni bir yenilginin korkusu öylesine felç eder ki bizi, adım atamaz hale geliriz. Beckett’in şu ünlü, “ Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil .” s...