Ana içeriğe atla

Başka bir cinsellik mümkün!

Londra’da faaliyet gösteren, kurucuları arasında akademisyen, yazar ve sanatçıların bulunduğu ve ‘gündelik yaşam için parlak fikirler’ mottosuyla yola çıkan Hayat Okulu’nun (The School of Life) fikir öncüsü ve Sel Yayıncılık tarafından Türkiye’de okuyucuyla buluşan, Hayat Okulu serisinin editörü olan yazar Alain de Botton’un ‘Cinselliğe Nasıl Farklı Yaklaşırız’ı serinin en ilginç kitabı olma özelliği taşıyor.


CANSU KARAGÜL
Okulda yürütülen dersler ve atölye çalışmalarının kitaplaştırılmasıyla meydana gelen serinin diğer kitapları ise ‘Akıl Sağlımızı Nasıl Koruruz’, ‘Para Hakkındaki Endişelerimizi Nasıl Gideririz’, ‘Kendimize Uygun İşi Nasıl Buluruz’, ‘Dijital Çağa Nasıl Uyum Sağlarız’ ve ‘Dünyamızı Nasıl Değiştiririz’. Altı kitabın hepsi de iş hayatından mutluluğa, felsefeden sosyalleşmeye, cinsellikten psikolojiye çeşitli konular hakkında “nasıl?” paydasında buluşarak hayatla ilgili büyük meselelere işaret ediyor gözükse de, ele alış biçimleriyle kocaman teoriler ya da tezler ortaya atmaktan ziyade mütevazı bir duruşa sahip. Botton serideki kitapların bu yaklaşımını şu ifadelerle özetliyor:
 “Ahlaki ve pratik kafa karışıklıklarıyla dolu bir çağda, kişisel gelişim kitaplarının yeni bir bakış açısıyla ele alınma zamanı geldi. Hayat Okulu Kitapları, böyle bir yeniden doğuşu duyuruyor ve para, akıl sağlığı, iş yaşamı, teknoloji, dünyayı daha iyiye doğru değiştirme arzusu gibi hayatın büyük meselelerini inceliyor.” 

Öpüşmek: Kendini evinde hissetmek

Alain de Botton, öpüşmenin türün devam ettirilmesine yönelik biyolojik açıklamalardan farklı, bambaşka bir boyutuna değiniyor. Çocukluktan itibaren artık ‘soğuk ve tekinsiz’ bir dünyaya fırlatılmışızdır. Tüm çıplaklığıyla sahip olduğumuz koşulsuz ebeveyn sevgisinden mahrum kalışımız, bizi hayatımız boyunca devam edecek huzursuz ve tutkulu bir arayışa sürükler. Karşımızdakini, hayattaki performansımızdan ziyade bizi olduğumuz gibi kabul edecek bir partner olarak görmeye başladığımız o an, arayışımızın sonuçlandığı, kendimizi evimizde hissetmeye başladığımız andır. Botton, hayatımız boyunca heyecanlanarak tüm ayrıntılarıyla anlatmaya hevesli olduğumuz o ilk öpüşmenin hikâyesinin kökenini işte bu büyüleyicili yolculukta görür.








Cinselliğe Nasıl Farklı Yaklaşırız

Alain de Botton
Çeviri: Zeynep Bizer
Sel Yayınları

138 sayfa.
Bebekken etrafımızdaki herkes için en sevimli olan halimiz herhalde çıplak olduğumuz anlardır. Bir bebeği cıbıl cıbıl görmek ve onun o minnacık uzuvlarını ısırmak için can atmayan yok gibidir. Botton’ın ‘Cinselliğe Nasıl Farklı Yaklaşırız’da üzerinde durduğu en enteresan mevzulardan biri de, çocukluktan itibaren tersine dönmeye başlayan yarattığı bu durumun yarattığı ikilemdir.
Cinselliği düşündüğümüzde kendimizi kirli, suçlu veya hastalıklı hissetmemizin sebebi Botton’a göre tam da bahsi geçen ‘öğrenilmiş çelişki’dir. Bedenimizin çılgınca arzuları karşısına tehditkâr biçimde dikilen toplumsal değer ve normlar benliğimizde müthiş bir utanç duygusuna yol açar. Birinin bizi salt fiziksel görünüşümüzden dolayı çekici bulması ve arzulamasının yarattığı rahatsızlık ya da cinselliğin doğasında içkin olan ‘zalimlik’, ‘sınırların geçilmesi’, ‘boyun eğdirme’ ve ‘aşağılama arzusu’, benliklerimizden birini seçip diğerlerinden vazgeçmemiz gerektiği yanılgısını doğurur. Botton bu noktada, seksin fiziksel orgazm dışında psikolojik bir orgazm da yaşattığına değinir. Bu orgazm, öpüşmede olduğu gibi, bizi bir ‘bütün’ olarak kabul eden ve hayatı paylaşabileceğimiz bir partnerin varlığı; yani hem masum hem fettan olabilmemizin tek yoludur.

Kendi referansını yaratan kitap

Ele alınan konular arasında aşk, fetişizm, orgazm, cinsel reddedilme, cinsel isteksizlik, pornografi ve aldatma gibi temaların da bulunduğu ‘Cinselliğe Nasıl Farklı Yaklaşırız’, hayatın salt mutlu bir yer olması gerektiğine inandıran ve bu ‘Amerikan Rüyası’nın gerçekleşmesi için reçeteler sunan kişisel gelişim kitaplarını raflarda gördüğünde ardına bakmadan kaçan insanlar için her ne kadar Botton’ın felsefeden yaşam koçluğuna geçişini işaret etse ve bu yönüyle eleştirilse de cinsellik gibi bir konuyu yalnızca akademinin tekeli (psikoloji, sosyoloji, tıp gibi) altında tartışmaya maruz kalmış insanlar için okumaktan zevk alacakları farklı bir yaklaşım benimsiyor.
Akademik kitaplar gibi referanslarla bezeli olmasa da, hayatın içinde verdiği örneklerle kendi referansını yaratmayı başarıyor. Trend bir deyişle ‘balık vermeyen’; ama faydalandığı örnekleme tekniğiyle ‘balık tutmanın doğasına ilişkin önemli ve gerekli detaylar sunan’ bir kitap.
Kaynak: Agos Kirk

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yanlış Bir Türkiye Doğru Yaşanmaz

İçinden geçtiğimiz günler aşikâr. Günlerdir, “ne yazacağım” ile, “yok yok, kafamı toparlayamıyorum” cümleleri peş peşe sıralanıyor. Derken, birden bir şimşek parlıyor ve ak sakallı ilham ninesi aklımı çeliyor. Bilinmeyenli bir denklemi çözmeyeceğime göre, diyorum, bildiğimiz şeyleri sıralayayım. Gezi’den bu yana her gün kara kara düşündüğümüz ve düşün düşün bir türlü işin içinden çıkamadığımız şeylerin bir kez daha üzerinden geçmek istiyorum. Tünelin sonundaki karanlığın resmini çizmek gibi sado&mazo bir niyet güdüyorum. Geçen yıla kadar baĞzı şeyler hâlâ hayalken (kâbusken demek daha doğru aslında), hayal gibi gözüken her şeyi mümkün kılan iktidarın kudreti hepimizin yüzüne günbegün tokat gibi çarpıyor ne yazık ki. Bizler, “gülmek devrimci bir eylemdir” derken aslında olan şey bir darbeydi bu ülkede. Kurumlarıyla, organlarıyla, hukukuyla, rejimiyle, insanıyla topyekûn “yeni” bir Türkiye var karşımızda. Elbette yıllardır önümüze konan ve hepimizi zehirleyen yemek aynı, asl...

Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor

Bir ilişkiyi sonlandırmak, yeni bir ilişkiye başlamak kadar zor gelir insana; çünkü her bir yeni ilişki, yeni heyecanlar, yeni tatlar, yeni hazlar anlamına olduğu kadar yeni kırgınlıklar, yeni yılgınlıklar, yeni vedalar anlamına da gelir. Her yeni başlangıç yeni bir potansiyel ayrılıktır aynı zamanda. Bazen eskilerin hayaleti öyle dadanır ki zihnimize, başından çok sonuna odaklanırız ilişkilerin de: “Ya bu da öyle biterse?” Bu evham bazen kalbimizi öyle körleştirir, öyle köreltir ki içimizi, yeni insanlardan, yeniden sevmelerden, yeniden alışmalardan ölesiye korkarız. Nerede bize yakılan bir yeşil ışık görsek, ardımıza bile bakmadan tünelin karanlık ucuna doğru hızla depar atarız. Kimi zaman tamamen farkında kimi zamansa tamamen istem dışı olarak iteriz ayağımıza kadar gelen mutluluk fırsatını. Yeni bir yenilginin korkusu öylesine felç eder ki bizi, adım atamaz hale geliriz. Beckett’in şu ünlü, “ Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil .” s...

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruh...