Bazı öyküler vardır, insanı okurken rahatlatır, zihinde bir
dinginlik uyandırır, yüzde bir gülümseme yaratır. Bazı öyküler ise, gerilim
hattında dolaşırken her an mayına basma hissiyle tehdit oluşturur. Gökyüzü Defni, okuyucuyu tam da bu
gerilimin zirvesine çıkarıp tekrar tekrar tepetaklak ederek kendi sağaltımını oluşturuyor.
Daha önce “İç İçe Geçmiş İstanbul Öyküleri” ile edebiyat
dünyasına adım atan Aziz Gökdemir’in öyküleri, bu defa Aylak Adam Yayınları aracılığıyla
okuyucuyla buluştu. İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Fakültesi'nden mezun
olan ve daha sonra Amerika Birleşik Devletleri'ne göçerek mühendislik yüksek
lisansını tamamlayan Gökdemir, bugüne kadar öğretim görevlisi, gazeteci,
fotoğrafçı, çevirmen, kamyonet şoförü, hastane görevlisi gibi pek çok farklı
sektörde görev almış. 1998 yılından bu yana Washington’da editör ve çevirmen
olarak çalışan yazarın edebiyat ve dil serüveninin şekillenmesinde kuşkusuz
yüksek öğretimde aldığı formasyonun etkisi büyük. Kitaptaki öykülere
bakıldığında mühendislik bakış açısına sahip bir yazarın kalemi kendini belli
ediyor. Gerek kitabın sonunda yer alan hikâyelere dair notlar bölümü, gerekse
metin boyunca faydalanılan bilgilerin bu denli sistematik kullanılması, fazlaca
ölçülüp biçilmiş bir yazını ve anlatımda hesaplı bir tertipliliği ön plana
çıkarıyor.
Tibet’te düzenlenen bir defin biçimi olan gökyüzü defni,
coğrafi koşullar gereği insan bedeninin öldükten sonra parçalanarak tekrar
doğaya sunulması ve yaşamsal döngüye karışmasını sembolize ediyor. Bu inanışta
yaşam ve yaşam sonrası arasındaki sınır, ölünün bir başka canlının -dolaylı olarak
da olsa- yaşamına katılması ile bir
anlamda ortadan kalkar. Bu anlamda, Gökyüzü
Defni, ismi itibariyle daha eline alır almaz okuyucuyu tedirgin eden bir
kitap. Üç bölümden oluşan kitaptaki on öykü, sırasıyla, “Kenardakiler”,
“Yolcular” ve “Geride Kalanlar” başlıkları altında toplanmış. Kitabın ismiyle
birlikte düşünüldüğünde, aslında öykülerin dağılımı da bir nevi yaşam ve ölüm
çizgisi arasındaki git-geli çağrıştırıyor. Zira bazı hikâyeler gerçeğe oldukça
yakınken, bazılarında düş ile gerçek arasındaki ayrımı yapabilmek zor. Ancak
yazar, gerçeğe en yakın olanlarda bile bir düşsellik payı bırakmayı ihmal etmemiş.
Geçmişle bugün, ölenle yaşayan arasındaki bu geçişleri aktarırken ise mektup
ögesinden çokça faydalanıyor.
Kitabın ismi kadar, yazarın dilinin de tedirgin edici bir
tarafı var. Karakterler ve öykülerde bir tekinsizlik hali, irrite edici bir his
mevcut. Gökdemir, karakterlerini de ‘tekin’ denmeyecek insanlardan seçmiş. Bir
tür “öteki”, yani devletin ve toplumun bir şekilde ‘dışarı’da kalmaya mecbur
bıraktığı ve çizginin diğer tarafına ötelediği karakterler, bir yandan müthiş
bir yabancılık duygusu taşırken, öte yandan bu duygunun karşı taraftakilerde
daha yoğun hissedilmesine yol açarak bir tehdit unsuru barındırıyor. Hikâyelerin
özüne inildiğinde aslında gerilime yol açarak okuru ters köşeye yatıran temaların,
karakterlerin taşıdığı kuşkuculuk ve güvensizlik olduğu görülebilir. Buna
rağmen öykülerde, hayatta kalma ve tutunma çabası da seziliyor. Karakterlerin
aklından geçen gerçekmiş veya gerçekleşecekmiş hissi veren olası senaryolar ise,
bir yandan kitabın dinamizmini bir yandan da okuyucuda oluşan psikolojik uyarımı
sağlıyor.
Gökyüzü Defni’ndeki
hikâyelerin içeriğine bakıldığında mekânlar ve toplumsal tip olarak karakterlerin
öne çıktığı, zaman ögesi bakımından ise,
yazarın diakronik bir anlatım tekniği benimsediği görülüyor. Olaylar kimi zaman
geriye dönüşlerle, kimi zaman da bir muğlâklık içinde veriliyor. Gökdemir, “İç
İçe Geçmiş İstanbul Öyküleri”nde olduğu gibi, bu kitabında da İstanbul’un
semtlerinden ana kahramanlar yaratıyor. Hikâyelerin geçtiği semtler ve tarihsel
anlar üzerinden kurgulanan karakterler, kendine özgü geçmişleriyle bir yandan
tarihin, bir yandan da mekânın hikâyesini resmediyor. Ancak yine de
yerleşiklikten çok, göçebelik olgusu ağır basıyor kitapta. Yazar, yer yer
toplulukların (azınlıklar, Ermeniler, göç edenler gibi) hayatlarından kesitler
sunarken, yer yer de turist ve “yerli”nin karşılaşmasını kaleme alıyor.
Gökdemir’in, tüm bunları yazarken Türkiye insanı ve siyasi tarihiyle bağdaştırması,
hikâyelerin toplumsal bir temele dayanmasını sağlamış. Ayrıca, kitabın
genelinde kentleşme, göç, yabancılaşma, modernleşme, iktidar eleştirilerine de
rastlıyoruz.
Geleneğin aksine, Gökyüzü
Defni, ölülerin geride bıraktıkları izlerin yeryüzünden silinmediğini
gösteriyor. Gökyüzü defni geleneğinde olduğu gibi ise, uçurumun kenarında
bedenleri parçalanmaya zorlanan insanların, kendi ruhlarına tutunarak yaşam
çemberinin içinde kalma çabaları ve üslubuyla rahatsız edici ölçüde okuru
zorlayacağa benziyor.
* Agos Kirk, 31 Ekim 2013
Yorumlar
Yorum Gönder