Ana içeriğe atla

Minör edebiyatın ustası: Bilge Karasu



Bazı yazarlar vardır ki, onları okuyabilmek, onların dünyasına girebilmek, dilinden anlayabilmek, okurken yazdıklarında kendini kaybedebilmek, kısacası o yazarın okuru olabilmek için belli bir birikim ve hatta daha da ötesinde özel bir “eğitim” gerekir. Bu dikenli yolda o yazarlar ve eserleri hakkında tezler yazılır, sempozyumlar, atölyeler düzenlenir, kitaplar derlenir. Bilge Karasu’yu Okumak bunun örneklerinden yalnızca biridir.

Yazın dünyasında 1963 yılından beri Karasu’nun neredeyse bütün eserlerini yayınlayarak yazarın ismiyle bütünleşen Metis Yayınları, 2010 yılından beri “Bilge Karasu Edebiyat İncelemeleri Dizisi” adı altında farklı disiplinlerdeki edebiyat çalışmalarına katkı sunuyor. Geçtiğimiz mayıs ayında ise, yazarın şair ve eleştirmen dostu Halûk Aker ile mektuplaşmalarından oluşan “Halûk’a Mektuplar” ve sempozyum sunuşlarından derlenen “Bilge Karasu’yu Okumak”ı yayınlayarak Karasu patikasını okuyucusu için daha da genişletiyor. 

2010 yılında Bilkent Üniversitesi’nde düzenlenen “Altı Ay Bir Güz – Bilge Karasu” ve 2011 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ndeki “Bilge Karasu’yu Okumak” sempozyumlarından yirmi bir farklı sunum metninin Doğan Yaşat tarafından hazırlanmasıyla kitaplaşan Bilge Karasu’yu Okumak, Karasu’yla derdi olan okurların bir ürünü aslında. Müzik, sinema, fotoğraf ve edebiyat gibi farklı sanat türlerinin uzmanı olan pek çok isim yazarın öykü ve romanlarına farklı bir perspektif sağlıyor. Yazdığı Sunuş yazısında kitapla ilgili olarak “Bilge Karasu okurlarının, okuma uğraşlarının ürünüdür.” diyen Doğan Yaşat, bu yolla tüm Bilge Karasu okurunu kendi okuma uğraşına ortak ediyor.

Bilge Karasu, çağdaş Türk edebiyatımızda dili yetkin bir şekilde kullanan, kendine has bir edebi duruşu ve üslubu olan konumlandırılması zor yazarlardan biridir. Her denemesinde bir zanaatkar edasıyla yazıyı eğip bükerek biçimlendiren, müzik, sinema, fotoğraf ve resim gibi plastik sanatlarla iç içe geçmiş bir dilin bütün estetik olanaklarını sonuna kadar zorlayan, yanı sıra, o dilin bütük kurallarını bozup hiç yılmadan yeniden ve yeniden inşa eden Karasu, roman ve öykülerindeki çok katmanlı ve imgesel ögeler ile okuyucusunda kaybolmuşluk duygusuna ve tekinsizliğe yol açar. Bu nedenle O’nu okuyabilmek, “Bilge Karasu okuru” adında özel bir sıfatlandırmayı gerektirir. Bu simgesel ayrımı Bilge Karasu’yu Okumak’taki tüm metinlerde hissetmek mümkündür. Bu anlamda yazarın minör edebiyat türündeki yetkinliği kitap boyunca tüm metinlerde kendini en çok hissettiren noktalardan biridir. 

Karasu yazınının farklı yönlerinin tartışıldığı kitapta bahsedilen, “yazı-yazar-metin-okur” kavramları etrafında yazarın anlatı biçimindeki kanonları yıkan avangard tutum, Borges, Kafka ve Calvino gibi yazarlarla arasındaki yakındaşlık, gerçek ve gerçeklikle kurduğu ilişki, arı bir Türkçe peşindeki serüvenci ruhu, metinlerinin çeviribilim bağlamındaki özel konumu, hepsi de onun yeni bir dil arayışındaki yılmaz uğraşına işarettir. Bu bağlamda, en çok yad edilen eserleri de tahmin edilebileceği gibi Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, Göçmüş Kediler Bahçesi ve Gece’dir. 

Bilge Karasu’yu Okumak, okuru, “Karasu okuru” olanlar ve “olmayanlar” şeklinde bir ayrıma tabi tuttuğu ölçüde seçkinci ve dışlayıcı bir tavra sahip bir çalışma olmasına rağmen, yazar üzerine gerek akademik, gerekse gündelik bir okuma yapmak isteyenler için farklı disiplinler ile edebiyat kuramlarını kesiştiren önemli bir düşünsel kaynaktır.

Bilge Karasu'yu Okumak, Doğan Yaşat, Metis Yayınları


* BirGün Kitap, Haziran 2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDEN SEVMEYE BU KADAR İHTİYAÇ DUYAR?

İnsan neden birini sevmeye bu kadar ihtiyaç duyar? Aslında belki sevgisiz de yaşayabiliriz ama bu çok anlamsız bir hayat olmaz mı? O yüzden, sevgiyi erteleyen insan hayatındaki boşluğu doldurmak için işkolikmişcesine işine sarılmaz mı? Her anını bitmek tükenmek bilmez sorumluluklarla doldurmaz mı ya da kendini o bir türlü tanımlayamadığı topluma adamaz mı? Birini sevmek isteriz çünkü hepimizin bir “neden”e ihtiyacı var. Çünkü “tek” kişiyseniz siz hala, dışlanacağınız ya da “yarım” hissedeceğiniz çok an vardır hayatta. Sinemaların 1 alana 1 bedava kampanyalarında diğeriniz eksiktir. Şehir fırsatlarının çift kişilik odalarında yalnızsınızdır. Evdeki battaniyeler çift kişilikse ısınamazsınız. Bir şiir yazacaksanız boşlukları doldurmanız gerekir. Yazılarınızda yan anlamlar gerekir. Mektuplarınızın bir “alıcı”ya ihtiyacı vardır. Bir mağazada kıyafet denediğinizde fikrini soracağınız biri lazımdır satış danışmanları dışında. Çalar saat dışında sizi uyandıracak biri olması gerekir. Pasta

Roman Kuramına Giriş

Ayrıntı Yayınları’nın Sanat ve Kuram dizisi kapsamında okuyucularla buluşan Roman Kuramına Giriş, eserin başlığında verilen ipucundan çok daha fazlasını sunuyor okuyucuya. Roman ve roman kuramları üzerine belli bir sınıflandırma ve portre oluşturma motivasyonundan uzak durulduğu kitap, roman üzerine yapılan düşünsel ve teorik argümanları merkezine alıyor. Zekiye Antakyalıoğlu’nun ifadesiyle de roman, “Roman nedir?” sorusunun cevabına sahip olmayan ve “tanımlanmaya, sınıflandırmaya direnen bir kurgusal anlatı biçimidir”. Bu açıdan bakıldığında, kitabın bir edebiyat kuramı veya akademik bir kaynak olmasından ziyade “roman okuyucusu” için yazıldığı unutulmamalıdır. Düşünsel tartışmaların yanı sıra kuramsal bir tabana da sahip olan çalışma, özellikle roman okuyucusunun bu kitabı okumasını amaçlıyor. Özetle, Roman Kuramına Giriş ’in bu yönüyle belki de akademinin her alanı için örnek niteliğinde bir kitap olduğunu belirtmekte fayda var. Kitabın bölümlerine bakıldığında “Tanımını

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruhsal