Ana içeriğe atla

Çocukluğu yarım kalanlara adanan bir kitap: Haziran’da Bir Fidan

Ölümün yaşı olmaz elbet; ama ölümün erken geleni olur. “Devlet Dersinde Öldürülmüş Çocuklar” listesi uzar gider yıllardır Türkiye’de
CANSU KARAGÜL
Ölümün yaşı olmaz elbet; ama ölümün erken geleni olur. “Devlet Dersinde Öldürülmüş Çocuklar” listesi uzar gider yıllardır Türkiye’de. O listeye adı son eklenenlerden birisi de Berkin Elvan’dır. Direniş sırasında evinden ekmek almaya çıkıp polisin gaz bombası kapsülüne hedef olan; 14’ünde bize veda eden, 15’inde bizim ona veda ettiğimiz “Umudun Çocuğu…”

Bir haziran günü yitirdik Berkin Elvan’ı ve yine bir haziran günü, bir daha çocuklar öldürülmesin diye Berkin’e ve öldürülen tüm çocuklara adanmış öykülerden derlenen bir kitap yayınlandı Ayrıntı Yayınları tarafından. Levent Turhan Gümüş’ün derlediği kitapta farklı ideolojik görüşlerden, farklı meslek gruplarından ve farklı yaşlardan pek çok insan bu kitapta bir araya geldi. Onları buluşturan temel payda arka kapakta şöyle ifade ediliyor: “…insanlığımızı kaybettiğimiz yer, çocukluğumuzu kaybettiğimiz yerdir. Bir çocuk, tek bir çocuk bile varlıksal bütünlüğünü kaybettiğinde bir toplum eksikli hale gelir, saflığını yitirir.”

Bir çocuğun olduğu yerde çocukluk da vardır çoğu zaman. Ancak bazı çocuklar vardır ki, onlar gitmiş, arkalarında bize yarım kalmış çocukluklarını bırakmışlardır. Tam da o yüzden korumak, en derinlerimizde saklamaya devam etmek gerekir bize bırakılan o mirası. İnsan ölümlüdür, hayat kısadır. Kitaplar ise sonsuzluğa açılan kapı, suya yazılan yazılardır. Kitaplar ki, ne devlet dersinde öldürülen çocukları ne de onlardan geriye kalan yüzlerindeki gülümsemeyi bizlere unutturacaktır.

Bu gayeden hareketle derlenen Haziran’da Bir Fidan’da Yaşar Kemal, Cemil Kavukçu, Asa Lindi, Şeyhmus Diken, Şafak Pavey gibi tanıdık isimlerin yanı sıra Kadıköy Forum ve Dayanışmaları’ndan bazı arkadaşların da öyküleri yer alıyor. Kitapta yalnızca öykülere değil, aynı zamanda masallara, anlatılara, resimlere ve çizimlere de yer verilmiş. Her hikâye kendi Berkin’ini yaratmış. Herkes kendince Berkinlere farklı yaşantılar kurgulamış, en büyük kâbusların izlerini düşlerle silmeye çalışmış, öldürülen çocukların kısacık ömürlerine ömür katmış adeta. Kitaptaki birçok hikâye benzer temalar etrafında örülmüş haliyle; evden çıkıp bir daha evine dönemeyen bir çocuk, ekmek almaya giden bir çocuk, oyun oynayan bir çocuk ve bir ölüm, kayan bir yıldız, solan bir fidan daha. Anlatılarda göze çarpan önemli bir husus, hiçbirinin ajitatif bir dille yazılmamış olması. Zira yeterince naif bir meseleyi bir de yaralayıcı bir dille işlemek kitabı okumayı oldukça zorlaştırabilirdi. Aksine her kurgu olabildiğince duru işlenmiş. Öylesine duru ki, zor da olsa ölüme rağmen satır aralarında belli belirsiz bir gülümsemeye yol açan bir umudun izine rastlamak mümkün.

Haziran’da Bir Fidan’ı öyküleri çok güzel ya da çok edebi olduğu için okumamız gerekmiyor. Bu kitabı, Berkin Elvan’ı ve bize kattığı değerleri asla unutmamak, vicdanımızın hâlâ yerinde olduğundan emin olmak ve en önemlisi de, saflığın, çocukluğun, insan olmanın ne demek olduğunu tekrar tekrar kendimize hatırlatmak için okumamız gerekiyor. Tıpkı şu Ece Ayhan dizelerini de hatırlamamız gerektiği gibi:

“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür..”*

* Ece Ayhan’ın “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiirinden.
 
Not: Kitabın tüm geliri Elvan ailesine aktarılmaktadır.  
** Bu yazı 3 Ağustos 2014'te Birgün Pazar'da yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDEN SEVMEYE BU KADAR İHTİYAÇ DUYAR?

İnsan neden birini sevmeye bu kadar ihtiyaç duyar? Aslında belki sevgisiz de yaşayabiliriz ama bu çok anlamsız bir hayat olmaz mı? O yüzden, sevgiyi erteleyen insan hayatındaki boşluğu doldurmak için işkolikmişcesine işine sarılmaz mı? Her anını bitmek tükenmek bilmez sorumluluklarla doldurmaz mı ya da kendini o bir türlü tanımlayamadığı topluma adamaz mı? Birini sevmek isteriz çünkü hepimizin bir “neden”e ihtiyacı var. Çünkü “tek” kişiyseniz siz hala, dışlanacağınız ya da “yarım” hissedeceğiniz çok an vardır hayatta. Sinemaların 1 alana 1 bedava kampanyalarında diğeriniz eksiktir. Şehir fırsatlarının çift kişilik odalarında yalnızsınızdır. Evdeki battaniyeler çift kişilikse ısınamazsınız. Bir şiir yazacaksanız boşlukları doldurmanız gerekir. Yazılarınızda yan anlamlar gerekir. Mektuplarınızın bir “alıcı”ya ihtiyacı vardır. Bir mağazada kıyafet denediğinizde fikrini soracağınız biri lazımdır satış danışmanları dışında. Çalar saat dışında sizi uyandıracak biri olması gerekir. Pasta

Roman Kuramına Giriş

Ayrıntı Yayınları’nın Sanat ve Kuram dizisi kapsamında okuyucularla buluşan Roman Kuramına Giriş, eserin başlığında verilen ipucundan çok daha fazlasını sunuyor okuyucuya. Roman ve roman kuramları üzerine belli bir sınıflandırma ve portre oluşturma motivasyonundan uzak durulduğu kitap, roman üzerine yapılan düşünsel ve teorik argümanları merkezine alıyor. Zekiye Antakyalıoğlu’nun ifadesiyle de roman, “Roman nedir?” sorusunun cevabına sahip olmayan ve “tanımlanmaya, sınıflandırmaya direnen bir kurgusal anlatı biçimidir”. Bu açıdan bakıldığında, kitabın bir edebiyat kuramı veya akademik bir kaynak olmasından ziyade “roman okuyucusu” için yazıldığı unutulmamalıdır. Düşünsel tartışmaların yanı sıra kuramsal bir tabana da sahip olan çalışma, özellikle roman okuyucusunun bu kitabı okumasını amaçlıyor. Özetle, Roman Kuramına Giriş ’in bu yönüyle belki de akademinin her alanı için örnek niteliğinde bir kitap olduğunu belirtmekte fayda var. Kitabın bölümlerine bakıldığında “Tanımını

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruhsal