Ana içeriğe atla

Töreye mahkûm hayatlar ve arafta bir Beyto




Bazı değerleri hayattayken duyma ya da öğrenme şansımız olmaz maalesef. Ölmeden değer vermeyi bilmeyiz. Hele ürettikleri, sanatları, çalışmaları basında yer almıyor ve ilgi görmüyorsa yitip giderler öylece. Özellikle mevzu bahis “afedersiniz” Kürt, Ermeni, Alevi gibi resmi ideolojinin inkâr ettiği sanatçılar olunca. Düğün Uçuşu’nun (Hochzeitsflug) yazarı Yusuf Yeşilöz hakkında bilgi edinmeye çalışırken öğreniyorum bugüne kadarki çalışmalarını.  
1987 yılından beri İsviçre'de yaşayan Kürt yazar, yönetmen ve çevirmen Yusuf Yeşilöz, bugüne kadar yedi roman yazmış. Romanlarını Almanca dilinde kaleme alan Yeşilöz aynı zamanda Kürt edebiyatında 10’dan fazla eseri de Almanca’ya kazandırmış. Yazarlık ve çevirmenliğin yanı sıra, göç ve kimlik temalı filmleriyle uluslararası birçok festivalde yer alan Yusuf Yeşilöz, “Dünyalar Arasında” isimli belgeseliyle Avusturya’da düzenlenen bir festivalde "En İyi Belgesel" ödülünü almış. Bugüne kadar yalnızca bir romanı (aynı zamanda 1998 yılında yayımlanan ilk romanı: Akşam Karanlığına Yolculuk) Türkçe’ye çevrilen yazarın uzun bir aradan sonra yeniden dilimize kazandırılması, onun ülkemizdeki okurlar tarafından tanınması açısından da önemli bir girişim.
Düğün Uçuşu, göç ve kimlik etrafında şekillenen, bu esnada da eşcinselliği, kadınlığı, erkekliği, aileyi, sınıfı, kenti, köyü, töreyi, örf ve adetleri; kısacası hem bireye hem de topluma ilişkin pek çok sosyolojik olguyu kültürel ve bireysel düzeyde ele alan ve bunu, olabildiğince yalın ve duru bir dille edebiyata taşıyan bir roman.
Hikâyenin kahramanı Beyto. Adını ailesinin köyünden, dedesinden ve hatta dedesinin dedelerinden alan, köyde doğup sekiz yaşına geldiğinde İsviçre’nin Bischof kentine göç etmek zorunda kalan, köyünün anlı şanlı, okulunda ise sıradan bir göçmen ailesi çocuğu olan 18’inde bir delikanlı. Uzun yıllardır İsviçre’de yaşayan ve Kebap House adında bir dükkân işleten Safir ve Narin, deyim yerindeyse “yabancı ülke görmüş”seler bile köklerine sıkı sıkıya bağlı ve doğup büyüdükleri bölgede köklü bir ailedir. Yetiştikleri kültür, bağlı oldukları örf ve adetler gereği Beyto, günü geldiğinde törenin gereğini yerine getirecek ve bebekken kararlaştırıldığı gibi, köylerindeki Sahar ile evlenecektir. Aksini düşünmek söz konusu bile değildir. Zira, “Bir Beyto erkeğiyle evlenecek kadının boyu kapı pervazından ufak olamazdı, yüz ifadesi bir paşanınki gibi şedit olmalıydı ve güzelliği nesiller, hatta asırlar boyu anlatılacak kadar dillere desten olmalıydı. Ayrıca boylu poslu olmalıydı bu kadın ve asil bir ata hiç yardım almaksızın binebilmeliydi.”
Vakit tamamdır ve Beyto 18 yaşına geldiğinde tatil için köye bir ziyaret gerçekleştirilir. Beyto, köyün delisinden öğrenecektir ki, bu ziyaretlerinin asıl gerekçesi iki gün sonra kuzini Sahar ile dünya evine girecek olmasıdır. İşte düğüm burada çözülür ve buradan sonra olaylar git gide sarpa sarmaya başlar; çünkü Beyto eşcinseldir. Bischof’ta yıllardır birlikte olduğu Manuel’dir kalbinin sahibi. Boyun eğilmiş bir düğün, mecbur kalınmış bir gerdek ve cinsel kimliği ile töre baskısı arasında sıkışıp kalan Beyto’nun çaresizliği esir alır hepimizi.
Yusuf Yeşilöz yazar olarak aslında gerçekten iyi bir iş çıkarmış. Ajitasyona çok müsait bir konuyu, bana kalırsa çok isabetli noktalardan yaklaşarak ve yazarlık konumunu da koruyarak nakış gibi işlemiş romanda. İlk planda bakıldığında, en çok çaresiz olanın Beyto olduğuna şahit olsak da, derinine inildiğinde aslında kimsenin çaresizliğinin diğerininkinden daha az ya da çok önemsiz olmadığını görebiliriz. Ne namusu ve şerefi her şeyin üzerinde tutan Beyto’nun ailesi, ne Beyto’yu töreye “kurban veren” Manu, ne Sahar ne de diğerleri. Bu romanda herkes en az Beyto kadar sıkışıp kalmıştır toplumsal normlar ve bireysel özlemleri arasında. Salt suçlu ya da suçsuz yoktur. Yazarın eleştirilmesi gereken tek yanı, kitapta “cinsel yönelim/eğilim” yerinde “cinsel tercih” ifadesini kullanıyor olması. Eğilim ve tercih kelimelerinin kullanılışı konuya hangi perspektifle yaklaştığımızı gösterir. Ancak burada yazarın bilmeden ya da farkında olmadan “tercih” ifadesini kullanmasının hatalı bakış açısından ziyade büyük bir dikkatsizlikten kaynaklı olduğunu zannediyorum.
Ezcümle, kurgusuyla, yalın anlatımıyla, taşıdığı çok yönlü ve anlamaya çalışan yaklaşımı ve drama boğmadan, okuru umutsuzluk batağına saplamadan mücadele payı da bırakan hissiyatıyla Düğün Uçuşu, son zamanlarda okuduğum en akıcı romanlardan bir tanesi..  

* Bu yazı Evrensel gazetesinin internet sitesinde yayınlanmıştır. http://www.evrensel.net/haber/98539/toreye-mahk-m-hayatlar-ve-arafta-bir-beyto

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yanlış Bir Türkiye Doğru Yaşanmaz

İçinden geçtiğimiz günler aşikâr. Günlerdir, “ne yazacağım” ile, “yok yok, kafamı toparlayamıyorum” cümleleri peş peşe sıralanıyor. Derken, birden bir şimşek parlıyor ve ak sakallı ilham ninesi aklımı çeliyor. Bilinmeyenli bir denklemi çözmeyeceğime göre, diyorum, bildiğimiz şeyleri sıralayayım. Gezi’den bu yana her gün kara kara düşündüğümüz ve düşün düşün bir türlü işin içinden çıkamadığımız şeylerin bir kez daha üzerinden geçmek istiyorum. Tünelin sonundaki karanlığın resmini çizmek gibi sado&mazo bir niyet güdüyorum. Geçen yıla kadar baĞzı şeyler hâlâ hayalken (kâbusken demek daha doğru aslında), hayal gibi gözüken her şeyi mümkün kılan iktidarın kudreti hepimizin yüzüne günbegün tokat gibi çarpıyor ne yazık ki. Bizler, “gülmek devrimci bir eylemdir” derken aslında olan şey bir darbeydi bu ülkede. Kurumlarıyla, organlarıyla, hukukuyla, rejimiyle, insanıyla topyekûn “yeni” bir Türkiye var karşımızda. Elbette yıllardır önümüze konan ve hepimizi zehirleyen yemek aynı, asl...

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruh...

Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor

Bir ilişkiyi sonlandırmak, yeni bir ilişkiye başlamak kadar zor gelir insana; çünkü her bir yeni ilişki, yeni heyecanlar, yeni tatlar, yeni hazlar anlamına olduğu kadar yeni kırgınlıklar, yeni yılgınlıklar, yeni vedalar anlamına da gelir. Her yeni başlangıç yeni bir potansiyel ayrılıktır aynı zamanda. Bazen eskilerin hayaleti öyle dadanır ki zihnimize, başından çok sonuna odaklanırız ilişkilerin de: “Ya bu da öyle biterse?” Bu evham bazen kalbimizi öyle körleştirir, öyle köreltir ki içimizi, yeni insanlardan, yeniden sevmelerden, yeniden alışmalardan ölesiye korkarız. Nerede bize yakılan bir yeşil ışık görsek, ardımıza bile bakmadan tünelin karanlık ucuna doğru hızla depar atarız. Kimi zaman tamamen farkında kimi zamansa tamamen istem dışı olarak iteriz ayağımıza kadar gelen mutluluk fırsatını. Yeni bir yenilginin korkusu öylesine felç eder ki bizi, adım atamaz hale geliriz. Beckett’in şu ünlü, “ Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil .” s...