Kentleşme, kentsel dönüşüm, kentsel yeniden yapılanma, kentsel yenileme, canlandırma, değiştirme, koruma, soylulaştırma, gentrifikasyon.. Kent literatürüne bakmaya kalktığımızda hepsinin tezahürü benzer gibi görünmekle birlikte tüm bunlar, aslında birbirlerinden farklılaşan kavramlardır. Bu seferlik ben sadece bu kentten ve kentlilerden neler istediğimden bahsedeceğim. İstiyorum ki kentin “modern” görüntüsünü bozan tüm tarihi binalar ve yapılar yanıp kül olsun, sonra ihalelerde kapış kapış açık artırmaya çıksın ve artık bu binalar zamanı gelmiş de geçmiş “restorasyon”a kavuşsun (tabi ki de tarihsel ya da doğal değerleri kimse umursamıyor). Yıkılmaya yüz tutmuş evler derhal yıkılsın, bu evlerde yaşayan insanlara yeni ve “sağlam” bir apartman vaat edilsin, hatta TOKİ’den birer apartman dairesi tahsis edilsin, haline vaktine bakmadan mortgage’a girişsin ve boyunun ölçüsünü alsın; ödeyemedikleri krediler yetmezmiş gibi evsiz kalsın. Kentsel dokunun bütünlüğünü bozan tüm semtler yerle bir edilsin, özellikle kent merkezindekiler. Daha fazla civar bölgeler için tehlike oluşturmasın, temizleniversin oralar ki rahat girip çıkalım biz de. Semt sakinleri de başının çaresine baksın artık. Geçiş yerlerinde bulunan semtlerdeki dükkan sahipleri falan da çok cüzi rakamlarla bir an önce sanat galerilerine devretsin dükkanlarını. Hele bir de aynı semtte ev sahibiyseler biraz uzun vadede düşünsünler; ama zaten çok yakın bir zamanda sanat galerilerimiz yatırım avcılarını semtte gayrimenkul edinmeye istemeden de olsa sevk edeceğinden dolayı, iş çok uzamadan meyvelerini toplamaya başlayacaklardır. Bu arada tabi ki, artan kirasını karşılayamayan kiracıların ne yapacağı bizi ilgilendirmez. Sonuçta semtimiz güzelleşmiş, kalkınmış ve tepeden tırnağa bambaşka bir entelektüel havaya bürünmüş olacak. Ağaoğlu’na da epey iş düşüyor, yoksa hayallerimizdeki evlere nasıl kavuşuruz.. Bahçeşehir Üniversitesi de sahil şeridi boyunca sağlı sollu genişlemeli, tüm İstanbul kampüs nasıl olurmuş görmeli; ama 3-4 nokta otel inşası için bırakılmalı, yoksa İstanbul trafiği nasıl kat kat katlansın.. Emek Sineması’nın kapandığı iyi oldu; ama yetmez. Atlas ve Beyoğlu sinemaları da kapatılmalı. Koskoca Demirören AVM varken ne gerek var İstiklal’deki sinemalara. Film festivalleri de zaten AVM’lere çoktan yayılmalıydı. Festival ruhu dediğiniz şey filme girmeden ve filmden çıkınca yapılan alışverişlerle yaşanır. Ulaşım için de bazı isteklerim var. Mesela metro hattı evime kadar uzatılsın, hatta direkt bizim apartmandan geçsin, evime de yürüyen merdivenle çıkayım istiyorum. Tabi ki 3 ayda 1 araçların rengi değişmek koşulu ile. Aaaa, son olarak da evimin camından dışarı baktığımda gökyüzü falan görmek istemiyorum, upuzun binalar delsin geçsin gökleri istiyorum. Şimdilik isteklerim bu kadarcık.. (Not: Galataport projesi de çok çabuk uygulanmalı, Moda da kendisine en yaraşır otelle ödüllendirilmeli.. )
İçinden geçtiğimiz günler aşikâr. Günlerdir, “ne yazacağım” ile, “yok yok, kafamı toparlayamıyorum” cümleleri peş peşe sıralanıyor. Derken, birden bir şimşek parlıyor ve ak sakallı ilham ninesi aklımı çeliyor. Bilinmeyenli bir denklemi çözmeyeceğime göre, diyorum, bildiğimiz şeyleri sıralayayım. Gezi’den bu yana her gün kara kara düşündüğümüz ve düşün düşün bir türlü işin içinden çıkamadığımız şeylerin bir kez daha üzerinden geçmek istiyorum. Tünelin sonundaki karanlığın resmini çizmek gibi sado&mazo bir niyet güdüyorum. Geçen yıla kadar baĞzı şeyler hâlâ hayalken (kâbusken demek daha doğru aslında), hayal gibi gözüken her şeyi mümkün kılan iktidarın kudreti hepimizin yüzüne günbegün tokat gibi çarpıyor ne yazık ki. Bizler, “gülmek devrimci bir eylemdir” derken aslında olan şey bir darbeydi bu ülkede. Kurumlarıyla, organlarıyla, hukukuyla, rejimiyle, insanıyla topyekûn “yeni” bir Türkiye var karşımızda. Elbette yıllardır önümüze konan ve hepimizi zehirleyen yemek aynı, asl...
Yorumlar
Yorum Gönder