Ana içeriğe atla

Bu kızlar hiç masum değil



Kısa hikâye ve roman yazarı olan Amerikalı Carolyn Cooke’un 2011′de yayımlanan ilk romanı Devrimin Kızları (Daughters of the Revolution) raflardaki yerini aldı.
Gizem Şakar’ın çevirmenliğini üstlendiği Carolyn Cooke imzalı Devrimin Kızları, feminist söylemleri ağır basan enbaşarılı kitaplardan olmaya aday.
1963′ten 2005′e uzanan roman, Lil, EV, Madeline, Bayan Rebozos, Carol ve daha nice kadın ve etrafındaki insanlarca ‘God’ olarak bilinen Goddard Byrd’in iktidar çevresinde şekillenen hikâyelerine odaklanıyor. Dünyada 68 Devrimi’nin yaşandığı dönemde, New England kasabası olan Cape Wilde’da da bir gün devrim niteliğinde bir şey gerçekleşir: Prestijli birerkek okulu olan Goode School’a, bütünleşme ve karma eğitimtartışmaları cereyan etmesine rağmen henüz resmen kabul edilmediği sene, kayıt esnasında yapılan bir yanlışlık sonucu ilk kez bir kız öğrencikabul edilir. Okul müdürü Godard Byrd’in, okula kız öğrencilerinalınmasıyla ilgili tüm öneriler ve tartışmalar boyunca ‘cesedimi çiğnemelisiniz’ demesine ve çağının hegemonik erkeklik anlayışını muhafaza etmek için dimdik durmasına rağmen hem kendi iktidarının, hem de toplumdaki cinsiyet ilişkilerinin dengesinde meydana gelen sarsıntının önüne geçemez.
Müdür God’a göre ‘belli bir oğlan tipini’ temsil eden okul, aslında toplumun bir mikrokozmosudur. On beş yaşındaki Carol Faust ise Goode School için şöyle diyordu: ‘Herkesin üzerini örten, benim üzerimi örten, kocaman beyaz bir deri gibiydi. Her gün, her saniye tüm bilincim siyah, yoksul ve kadındı.’ Okuldaki tüm eylemlerinde Beyaz ve Amerikan erkeklerden oluşan ataerkil dünyanın tüm yerleşik normlarını delip geçmeyi amaçlayan Carol, erkek dünyasının kurallarını kabullenip o dünyanın bir parçası olmaktansa ‘kendi olarak’ kalmayı seçer. Carol, ‘God’a karşı ve God’a rağmen sürdürdüğü bu savaşta hiç de yalnız değildir.
Carol Faust, Lil, EV, Madeline, Bayan Rebozos ve diğerleridir. Aslında kimliği olmayan bütün kadınların her biri ve hepsidir. God ise, bu kadınların her birinin hayatından farklı biçimlerde ve rollerde geçen veya hayatlarına etki eden ve on beş bölümden oluşan romanın parçalarını birbirine bağlayan ortak figürdür. Carol’un hayatını romandaki diğer kadınların hayatlarıyla kesiştiren, başta God olmak üzere, tüm kimlik politikalarını ve elbette kültürü reddettikten sonra hepimize geriye kalan, tüm kadınları ortak bir paydada buluşturandır. 
EV karakteri gibi kendisi de Smith College’dan mezun olan Carolyn Cooke, verdiği bir röportajda babasını otuz yaşındayken bir bot kazasında kaybettiğinden ve bu olaydan sonra annesinin sürekli aynı kelimeler ve dramatik duraksamalardan oluşan hikâyeler anlattığından bahseder (*). Farklı hayatlarda kendi devrimlerini gerçekleştirmek için mücadele eden kadınların her birinin sesi de Devrimin Kızları’nda birbirine eklenir. Satır aralarına serpiştirilen feminist söylemlerle çevrili olan roman her birimizin toplamı olan karakterler üzerinden kadının süregiden özgürleşmesinin ve cinsel devriminin, aynı zamanda farklı kadınlıklarımızın ve farklı erkekliklerimizin hikâyesidir.
Toplumdaki iktidar ve toplumsal cinsiyet ilişkilerini sorgulayan ve kendi kurduğu dünyada ilişkileri dönüştürerek altüst eden Devrimin Kızları, ismiyle olduğu kadar olay örgüsü, dil ve anlatımı ile de isyankâr ve devrimci bir karakter taşıyor. Bu nedenle pek çok yerinde roman değil de, bir manifesto okuyormuşuz hissi yaratıyor. Feminist bir kuramsal kitap olmasına engel olan tek şey, sanki teorik cümleler ve bireylerin hikâyelerinin kurgusal bir dille harmanlanmış olması.
Devrimin Kızları, dipsiz bucaksız bir erkek dünyasına ‘fırlatılan’ kadınların tüm tarihe ve hâkim düzene başkaldırmalarından ve kadınlık hikâyelerinden yola koyulmasıyla başlı başına toplumun en ‘ötekisi’ olan kadını yeraltından alıp yerüstüne çıkararak okuyucuyla buluşturuyor. Bu niteliğiyle yazarının da hayatıyla pek çok paralellik taşıyan roman, başta Cooke’un annesi olmak üzere dünyadaki tüm devrimci kadınlara adanmayı hak ediyor.
* http://www.readersread.com/features/cooke.htm
Devrimin Kızları/ Carolyn Cooke/ Çeviren: Gizem Şakar/ Ayrıntı Yayınları/ 192 s.
Kaynak: Cumhuriyet Kitap

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDEN SEVMEYE BU KADAR İHTİYAÇ DUYAR?

İnsan neden birini sevmeye bu kadar ihtiyaç duyar? Aslında belki sevgisiz de yaşayabiliriz ama bu çok anlamsız bir hayat olmaz mı? O yüzden, sevgiyi erteleyen insan hayatındaki boşluğu doldurmak için işkolikmişcesine işine sarılmaz mı? Her anını bitmek tükenmek bilmez sorumluluklarla doldurmaz mı ya da kendini o bir türlü tanımlayamadığı topluma adamaz mı? Birini sevmek isteriz çünkü hepimizin bir “neden”e ihtiyacı var. Çünkü “tek” kişiyseniz siz hala, dışlanacağınız ya da “yarım” hissedeceğiniz çok an vardır hayatta. Sinemaların 1 alana 1 bedava kampanyalarında diğeriniz eksiktir. Şehir fırsatlarının çift kişilik odalarında yalnızsınızdır. Evdeki battaniyeler çift kişilikse ısınamazsınız. Bir şiir yazacaksanız boşlukları doldurmanız gerekir. Yazılarınızda yan anlamlar gerekir. Mektuplarınızın bir “alıcı”ya ihtiyacı vardır. Bir mağazada kıyafet denediğinizde fikrini soracağınız biri lazımdır satış danışmanları dışında. Çalar saat dışında sizi uyandıracak biri olması gerekir. Pasta

Roman Kuramına Giriş

Ayrıntı Yayınları’nın Sanat ve Kuram dizisi kapsamında okuyucularla buluşan Roman Kuramına Giriş, eserin başlığında verilen ipucundan çok daha fazlasını sunuyor okuyucuya. Roman ve roman kuramları üzerine belli bir sınıflandırma ve portre oluşturma motivasyonundan uzak durulduğu kitap, roman üzerine yapılan düşünsel ve teorik argümanları merkezine alıyor. Zekiye Antakyalıoğlu’nun ifadesiyle de roman, “Roman nedir?” sorusunun cevabına sahip olmayan ve “tanımlanmaya, sınıflandırmaya direnen bir kurgusal anlatı biçimidir”. Bu açıdan bakıldığında, kitabın bir edebiyat kuramı veya akademik bir kaynak olmasından ziyade “roman okuyucusu” için yazıldığı unutulmamalıdır. Düşünsel tartışmaların yanı sıra kuramsal bir tabana da sahip olan çalışma, özellikle roman okuyucusunun bu kitabı okumasını amaçlıyor. Özetle, Roman Kuramına Giriş ’in bu yönüyle belki de akademinin her alanı için örnek niteliğinde bir kitap olduğunu belirtmekte fayda var. Kitabın bölümlerine bakıldığında “Tanımını

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruhsal