Ana içeriğe atla

‘Çılgın bohem azınlıklar’dan modern kalabalıklara

Bir zamanların ‘çılgın bohem azınlıkları’ olarak anılan ‘hayalci’ ve ‘maceracı’ kadınlar, aslında, bugün kadın mücadelesinde gelinen noktanın azimli birer savaşçılarıydı. On dokuzuncu yüzyıl sonlarından günümüze taşınan miras, aynı zamanda feminist hareketin de habercisiydi. ‘Yeni Bir Çağ Hayali, Yirminci Yüzyılı Yaratan Kadınlar’ o mirasın temel taşlarını atan kadınlara olan borcun karşılığıdır.


CANSU KARAGÜL

Yeni Bir Çağ Hayali
Yirminci Yüzyılı Yaratan Kadınlar
Sheila Rowbotham
Çeviri: Suğra Öncü
Sel Yayıncılık

360 Sayfa.
Daha önce Kadının Gizlenmiş Tarihi, Kadınlar, Direniş ve Devrim, Kadın Bilinci Erkek Dünyası, Feminizm, Sosyalizm ve Eylemde Birlik kitaplarıyla Türkçe feminist literatürde yerini alan İngiliz sosyalist feministlerin öncülerinden Sheila Rowbothom Sel Yayıncılık’tan çıkan Yeni Bir Çağ Hayali ile, yirminci yüzyıla damgasını vuran pek çok maceracı kadının -bugün gerçeğe dönüşmüş ya da dönüşmemiş, ütopik hayallerini hatırlatırken, bir yandan da kadın hakları mücadelesinin daha önce ismini bile duymadığımız sessiz kahramanlarıyla tanışmamıza imkân sunuyor. Rowbothom, okuyucuyu 1880’li yıllardan başlayarak İngiltere ve Amerika’da gündelik hayatın kıyı bucağındaki yerleşik bakış açılarının yerle bir edilmesi için faaliyet göstermiş ‘aykırı’ kadınların öyküsüne tanık ederken, dönemin ekonomik ve politik koşullarının da kuşbakışı görüntüsünü çekiyor.

Kitapta yazılanlara göre, on dokuzuncu yüzyılın sonu yirminci yüzyılın başında yaşanan toplumsal değişimler kadınlarda yeni bir uyanış ve sorgulamayı da beraberinde getirmişti. O zamana dek gündelik hayata dair evrensel kabul edilmiş ne varsa toplumsal cinsiyet perspektifinden ele alınarak karşı çıkılıyor, cinsellik, özgür aşk, annelik, ev işi, üretim, tüketim, çalışma koşulları, demokrasi gibi her alanda atılabilecek yeni adımlar gerek düşünsel, gerekse pratik düzeyde uygulamaya geçirilmeye çalışılıyordu. Yeni bir çağı tahayyül etmekle kalmayıp aynı zamanda dönüşüm için gerekli her kapıyı zorlayan bu kadınlar, kendi tarihlerinin olduğu kadar, feminist mücadele tarihinin de başkahramanlarıydı.

Özerk bir benlik arayışındaki bu kadınlar bir yandan ev yaşamı ile kamusal alan arasındaki ayrımın ortadan kaldırılmasını, çalışma koşullarının iyileştirilmesini, insancıl bir ekonomiyi, oy hakkını, özgür aşkı, eşcinsel kimliklerin ve ilişkilerin açıkça yaşanabildiği bir ortamı, beslenme ve beden konusunda yeni yaklaşımları, doğum kontrol yöntemlerini, kürtajı ve tabii ki yeni kadınlık ve erkeklik biçimlerini desteklerken aynı zamanda öznel ile toplumsal arasındaki çelişkilerle mücadele ediyorlardı.

Rowbothom’ın ele aldığı dönemle ilgili olarak vurguladığı bir nokta, benzer sorunlardan yola çıkan “asi ve reformcu” kadınların henüz “tutarlı bir topluluk” ya da “eğilim” bile oluşturmuyor olmaları. Yirminci Yüzyılı Yaratan Kadınlar, her politik mücadelenin aktörleri gibi, farklı toplumsal ortamlardan, benzer olmayan toplumsal güzergâhlardan veya karşıt politik kültürlerden geliyorlar. Bu nedenle, şikâyet edilen meseleler kesişse dahi isyanın sebepleri, çözüme yönelik atılan adımlar ve üretilen öneriler birbirinden ayrılıyor. Bu anlamda kitap, liberal, radikal, Marksist, sosyalist, post-kolonyal, anarko veya ekofeminizm gibi sonradan farklı sıfatlarla adlandırılacak olan feminist yaklaşımların arkaplanına da kaynaklık ediyor.

1880’lerden Birinci Dünya Savaşı’na uzanan süreç ile ‘60’lardan günümüze uzanan zorlu mücadelenin ele alındığı Yeni Bir Çağ Hayali, Yirminci Yüzyılı Yaratan Kadınlar’ı bu alandaki diğer kaynaklardan farklılaştıran yanı kitabın çok fazla kişi, kurum ve tarih üzerinden ilerliyor olması. Bu yönüyle, kuramsal bir toplumsal cinsiyet incelemelesi değil, kadın aktörler üzerinden ilerleyen kronolojik bir tarihsel anlatı, özetle deskriptif bir çalışma niteliği taşıyor. “Bugün, yüz yılı aşkın bir süre sonra daha iyi durumda mıyız?” sorusunun sorulduğu kitapta Rowbothom çok çarpıcı bir cevap da veriyor: “Belki de olasılıklara duyulan inanç, en değerli mirastır.”

“Öyle bir gün gelecek ki insanlar … belirli oranda kadınlığa ve erkekliğe sahipmiş gibi yapmak zorunda kalmayacaklar. Belki bu sabah kendimi erkek gibi hissediyorum; bırakın öyle davranayım. Bugün öğleden sonra kadın gibi hissedebilirim; bırakın öyle olayım. Öğlende ya da gece yarısında cinsiyetsiz olduğumu hissedebilirim; öyleyse bırakın cinsiyetsiz gibi davranayım… Sürekli aynı rolü oynamak zorunda kalmak, öyle kafa karıştırıcı bir sıkıntı ki.”(kitaptaki bir alıntı)

*Bu yazı Agos Kitap'ta yayınlanmıştır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDEN SEVMEYE BU KADAR İHTİYAÇ DUYAR?

İnsan neden birini sevmeye bu kadar ihtiyaç duyar? Aslında belki sevgisiz de yaşayabiliriz ama bu çok anlamsız bir hayat olmaz mı? O yüzden, sevgiyi erteleyen insan hayatındaki boşluğu doldurmak için işkolikmişcesine işine sarılmaz mı? Her anını bitmek tükenmek bilmez sorumluluklarla doldurmaz mı ya da kendini o bir türlü tanımlayamadığı topluma adamaz mı? Birini sevmek isteriz çünkü hepimizin bir “neden”e ihtiyacı var. Çünkü “tek” kişiyseniz siz hala, dışlanacağınız ya da “yarım” hissedeceğiniz çok an vardır hayatta. Sinemaların 1 alana 1 bedava kampanyalarında diğeriniz eksiktir. Şehir fırsatlarının çift kişilik odalarında yalnızsınızdır. Evdeki battaniyeler çift kişilikse ısınamazsınız. Bir şiir yazacaksanız boşlukları doldurmanız gerekir. Yazılarınızda yan anlamlar gerekir. Mektuplarınızın bir “alıcı”ya ihtiyacı vardır. Bir mağazada kıyafet denediğinizde fikrini soracağınız biri lazımdır satış danışmanları dışında. Çalar saat dışında sizi uyandıracak biri olması gerekir. Pasta

Roman Kuramına Giriş

Ayrıntı Yayınları’nın Sanat ve Kuram dizisi kapsamında okuyucularla buluşan Roman Kuramına Giriş, eserin başlığında verilen ipucundan çok daha fazlasını sunuyor okuyucuya. Roman ve roman kuramları üzerine belli bir sınıflandırma ve portre oluşturma motivasyonundan uzak durulduğu kitap, roman üzerine yapılan düşünsel ve teorik argümanları merkezine alıyor. Zekiye Antakyalıoğlu’nun ifadesiyle de roman, “Roman nedir?” sorusunun cevabına sahip olmayan ve “tanımlanmaya, sınıflandırmaya direnen bir kurgusal anlatı biçimidir”. Bu açıdan bakıldığında, kitabın bir edebiyat kuramı veya akademik bir kaynak olmasından ziyade “roman okuyucusu” için yazıldığı unutulmamalıdır. Düşünsel tartışmaların yanı sıra kuramsal bir tabana da sahip olan çalışma, özellikle roman okuyucusunun bu kitabı okumasını amaçlıyor. Özetle, Roman Kuramına Giriş ’in bu yönüyle belki de akademinin her alanı için örnek niteliğinde bir kitap olduğunu belirtmekte fayda var. Kitabın bölümlerine bakıldığında “Tanımını

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruhsal