Ana içeriğe atla

Devlet Baba Hem Sever Hem.. - Cansu Karagül

Belki bir yüz yıllık belki de daha eski bir tarihi vardır kadın bedenine milliyetçi ideolojilerle yaklaşan mitsel, “tohum-toprak” metaforlarının. Kimilerince çok masumane, hatta kadını yücelten – vatan ve millet kadınların omzunda yükselir- bir benzetme olarak kabul edilse de, bu yaklaşımdaki şiddet ve tahakküm ilişkisi çok aşikârdır. ‘Toprak’, muktedirin kendisine tabi olduğunu düşünürken aslında tabi kıldığı, edilgen, zayıf ve kırılgan nesnedir. Bu yüzdendir ‘tohumlarını’ rastgele saçma hakkını/erkini “doğal” ve “verili” gören erkeğin pervasızlığı ve “devlet babalarla” aramızdaki ensest ilişkinin sebebi. Dahası, savaş esnalarında etnik tecavüzlerin kadın bedenini, tabi ki yalnızca kadınlar maruz kalmıyor tecavüze, hedef alması da bundandır belki de..  

Bu yazıda, eril iktidarın/devletin, yine kendisi gibi eril olan şiddet aracılığıyla –tecavüzle- kendisini nasıl yeniden inşa ettiğini özellikle modern patriyarkal kurumlardan olan “ordu” bağlamında ele alırken, tecavüzün neden heteronormatif olduğuna da değinmeye çalışacağım. Yazı kapsamında kadınlar tarafından tecavüze uğrayan erkekleri ele almama sebebim, konuyla doğrudan bir bağlantısının olmaması; çünkü bu, başka bir yazının konusu olmayı hak edecek kadar karmaşık bir olgu.

Dayak, taciz, cinsel istismar, tecavüz, cinayet.. Hepsi, eril iktidarın kurulumu ve sürdürülmesini sağlayan ve yine onun bir ürünü olan şiddetin farklı yüzleridir.

Bir iktidar kurma eylemi olarak tecavüz, zorlama, baskı ve şiddet içeren; ama asla yalnızca cinselliği hedeflemeyen bir suçtur. İçerisinde her türlü şiddeti (fiziksel, psikolojik, sembolik..) barındıran heteronormatif ve hiyerarşik bir politik eylemdir. Politik bir eylemdir; çünkü bir insana haddini bildirmeyi, onu tamamen kontrol altına alarak kendisine tabi kılmayı, pasifize etmeyi ve disipline sokmayı hedefler. Hiyerarşiktir; çünkü katmanlaşmış güç ilişkilerinde üst ve alt arasındaki bir baskılama mekanizmasıdır. Ve heteronormatiftir; çünkü tecavüz, yalnızca heteroseksüel kadınların ve erkeklerin değil, LGBT’lerin de maruz kaldığı bir tür terördür.

Devlet ve iktidar, kendisini, oluşturduğu erkeklik imajı üzerinden üretir ve var eder. Bu nedenle, hâkim patriyarkal sistemde kendini en tepede kurgulayan ‘devlet baba’, gücünün bir kısmını ‘aile babalarına’, kocalara, ağabeylere… ve sermayeyle, iktidara yakın olan erkek egemen kurumlara devretmek zorundadır. Bu “baba mirasının” en yağlı katmanını da “doğal olarak” ordu kapar; çünkü askerlik, cinsiyet rollerinin pekiştirildiği, eril iktidarın gücünün ispatlandığı, erkeklerin daha da ‘erkekleştirildiği’, iktidarın kabul ettiği toplumsal cinsiyet rejiminin dışında ‘kodladığı’ bireyleri de inlete inlete heterosexistleştirmeye çalıştığı bir süreçtir. Bu yüzden, erkekliğin kurulumu militarist şiddetle yakından ilişkilidir.

Hâkim toplumsal cinsiyet rollerinde kadın, boyun eğmeye, ezilen ve sömürülen olmaya ve erkeğin üstünlüğünü kabul etmeye zorlanır. Bu ayrıca, şiddeti kaçınılmaz gibi göstererek onu onaylatmanın da bir yoludur. Profesyonel olmayan askerlere uygulanan militarist şiddet de aynı şekilde erkekleri eril iktidara/devlete tabi kılmayı hedefler. O güne kadar toplumda, iş yerinde, evde kendini en güçlü, en ‘sahip’ zanneden erkeklere askerlikte asıl güçlünün ve sahibin kim olduğu öğretilir ya da hatırlatılır. Cinsel kimlik ve yönelimleri farklı olan bireyler de “düzeltilmeye”, “sağlıklılaştırılmaya” çalışılır, ki erk’in soyu, bu zincirleme tabi kılma savaşında kendini devam ettirebilsin. ( Hapishanelerde gardiyanların erkek mahkumlara yönelik cinsel saldırıları da bu çerçevede okunabilir.)

Tecavüzün hiyerarşik olduğundan daha önce bahsetmiştik. Tecavüz, zorla olabildiği gibi, tahakküm ilişkileri içerisinde ikna yöntemini de kullanır. Zira askerlikte de, tecavüze karşı durabilmeyi engelleyen militarist hiyerarşidir; çünkü tek bir kadınlıktan bahsedilemediği gibi tek bir erkeklikten de bahsedilemez ve erkeklik halleri sınıf, ırk, etnisite, sosyal statü, yaş, cinsel yönelim ve kimlik gibi değişkenlere sıkıca bağlıdır. Nasıl ki toplumsal arenada devlet, iktidar ya da sermaye sahipleri erkeklik hiyerarşisinin en tepesindeyse, orduda da devleti/iktidarı sembolize eden komutanlar en tepededir. Dolayısıyla bu erkekler tecavüzü, en güçlü olma pozisyonlarını korumak ve sağlamlaştırmak, dahası hegemonik erkekliği ve değerleri yeniden üretmek ve sürdürmek için bir araç olarak kullanırlar. Bu yüzden tecavüz, ne salt biyolojik ya da kadına yönelik, ne de yalnızca cinsellik içeren bir cinsel suç olarak ele alınabilir..

(Kaos GL "Taciz", 121. sayı içinde)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDEN SEVMEYE BU KADAR İHTİYAÇ DUYAR?

İnsan neden birini sevmeye bu kadar ihtiyaç duyar? Aslında belki sevgisiz de yaşayabiliriz ama bu çok anlamsız bir hayat olmaz mı? O yüzden, sevgiyi erteleyen insan hayatındaki boşluğu doldurmak için işkolikmişcesine işine sarılmaz mı? Her anını bitmek tükenmek bilmez sorumluluklarla doldurmaz mı ya da kendini o bir türlü tanımlayamadığı topluma adamaz mı? Birini sevmek isteriz çünkü hepimizin bir “neden”e ihtiyacı var. Çünkü “tek” kişiyseniz siz hala, dışlanacağınız ya da “yarım” hissedeceğiniz çok an vardır hayatta. Sinemaların 1 alana 1 bedava kampanyalarında diğeriniz eksiktir. Şehir fırsatlarının çift kişilik odalarında yalnızsınızdır. Evdeki battaniyeler çift kişilikse ısınamazsınız. Bir şiir yazacaksanız boşlukları doldurmanız gerekir. Yazılarınızda yan anlamlar gerekir. Mektuplarınızın bir “alıcı”ya ihtiyacı vardır. Bir mağazada kıyafet denediğinizde fikrini soracağınız biri lazımdır satış danışmanları dışında. Çalar saat dışında sizi uyandıracak biri olması gerekir. Pasta

Roman Kuramına Giriş

Ayrıntı Yayınları’nın Sanat ve Kuram dizisi kapsamında okuyucularla buluşan Roman Kuramına Giriş, eserin başlığında verilen ipucundan çok daha fazlasını sunuyor okuyucuya. Roman ve roman kuramları üzerine belli bir sınıflandırma ve portre oluşturma motivasyonundan uzak durulduğu kitap, roman üzerine yapılan düşünsel ve teorik argümanları merkezine alıyor. Zekiye Antakyalıoğlu’nun ifadesiyle de roman, “Roman nedir?” sorusunun cevabına sahip olmayan ve “tanımlanmaya, sınıflandırmaya direnen bir kurgusal anlatı biçimidir”. Bu açıdan bakıldığında, kitabın bir edebiyat kuramı veya akademik bir kaynak olmasından ziyade “roman okuyucusu” için yazıldığı unutulmamalıdır. Düşünsel tartışmaların yanı sıra kuramsal bir tabana da sahip olan çalışma, özellikle roman okuyucusunun bu kitabı okumasını amaçlıyor. Özetle, Roman Kuramına Giriş ’in bu yönüyle belki de akademinin her alanı için örnek niteliğinde bir kitap olduğunu belirtmekte fayda var. Kitabın bölümlerine bakıldığında “Tanımını

Bir büyük yalan: “Yazmasam deli olacaktım” ya da marazi bir eylem olarak yazma edimi

Edebiyat tarihinin “yazmasaydım çıldıracaktım” diyen yazarlarla dolu olduğu hemen herkes tarafından bilinir. Hatta iyi bir yazar olmanın yolunun adeta bu kanonlaşmış histerik itiraftan geçtiğine inananlar da çoğunluktadır zannediyorum. Bu duyguyu en yalın ve samimi şekilde dile getirenlerden birisi de Sait Faik Abasıyanık’tır. Harita’da Bir Nokta öyküsünde yazma edimine duyduğu zarureti şu satırlarla dile getirir usta yazar:  “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” Şöyle bir sahne canlandırabiliyor musunuz kafanızda: Tonla para döküp terapiye gidiyorsunuz ve bir süredir içinde bulunduğunuz ruhsal